Zerke'nin Dünyası
Okuduğum, yazdığım, yaptığım, izlediğim, dinlediğim; kısacası beni değiştiren, tamamlayan ve eksilten her şeye rastlayacağınız bloğuma hoş geldiniz.
22 Haziran 2025 Pazar
Jack London - Martin Eden
8 Aralık 2021 Çarşamba
Albert Camus - Yabancı
Yazar: Albert Camus (Alber Kâmü)
Yıl: 1942
Bu
eserde özellikle dikkatimi çeken yazarın satırlarını çeşitli uğraşılmış
betimlemelerle yapmak yerine her insanın gün içerisinde yaptığı özüyle
konuşmalar sırasında verdiği küçük ayrıntılar içerisinde öykülemesi.
Gayet rahat biçimde, öyle akışkan oynatmış ki kalemini bir diğer sayfaya
geçişiniz hikayenin ilerleyişinden çok bir anda kendinizi ana karakter Meursault
yerine koymanızla hızlanıyor çünkü sanki o anda hareket eden Meursault değil de
sizmişsiniz gibi geliyor ve bunun nedeni kendinizi ana karakterle bağdaştırmanız değil, anlatım biçimi. Ustaca, gerçekten. Sanırım bunun nedeni Albert
Camus’nün bir tiyatro yazarı olması. Bunu bilemiyorum çünkü daha eserlerinin birçoğunu okumadım. Halbuki daha önceden de tiyatro yazarı olan romancıların kitaplarına
zaman ayırmıştım ama hiç böyle hissetmemiştim. Enteresan bir deneyim oldu benim
için.
Meursault,
evet ana karakterimiz; mütevazı bir yaşama sahip ve isteklerinin çok da bir şey
olmayışından günlerini sıkılmadan geçirebiliyor. O, yalnızca o anı yaşıyor. O
an yapacak daha iyi başka bir eylemi yoksa yaptığını devam ettirmeyi seçiyor.
Çünkü o, nasılsa öyle birisi. Hissettiğinden ve o an olduğundan farklı değilse başka
etkenlere yahut kişilere göre şekillenmiyor. İlginç çünkü yaşamım boyunca insanları
gözlemlemeyi sevmişimdir, analiz etmeyi de başarılı şekilde yapabildiğimi
söyleyebilirim ve diyorum ki bunu bol keseden “konuşmazsak” yüz kişiden doksanı
yapamaz ki aslında doksan beşi bile diyebiliriz. On yıllar öncesinin gerçekçi
ve toplum ile bireye ayna tutan birçok eserini okuduğumda dahi bugünkü
durumla karşılaşıyorum: İnsanın kendisi olamayışı, var oluşunu ve
davranışlarını toplumun şekillendirmesine izin verişi. Kendimi bir noktada
Meursault ile fazlasıyla bağdaştırdım, çünkü ben de eğer yapmışsam artık
eylemden pişmanlık duymam.
Sanırım size eseri biraz merak ettirmiş olmalıyım.
Okuyun o halde, eser bir çırpıda okunur düzeyde ve bana geri dönüşlerinizi
yapın ki bu ardından muhabbeti edilesi eserden azami zevki almış olayım.
İncelememi okuyanlar ikramiyemilerini almak için buraya dokunabilirler. (:
Altını Çizdiğim Satırlar
İnsan ne de olsa daima biraz kabahatlidir.
Beni gölge kokan küçük bir odaya soktu.
İnsan bilmediği şeyler hakkında daima abartılı düşüncelere kapılır.
Avart: Yanağın ağız boşluğu.
Biteviye: Tekdüze
Konşimento: Taşınmak için gemiye teslim edilen malın irsaliyesi. (İt.)
Meşin: İşlenmiş koyun derisi, bu deriden yapılan. (Fa.)
Sökün: Birçok kişi veya şey birbiri ardından gelmek, görünmek.
Şilep: Yük gemisi. (Al.)
Vakar: Ağırbaşlılık (Ar.)
5 Aralık 2021 Pazar
Stefan Zweig - Olağanüstü Bir Gece
Yazar: Stefan Zweig (Ştefın Tsıvayk)
Şebnem Ferah bir parçasında der ki: "Sen hiç, hiç oldun mu? Birden duruldun mu? Bulanıkmış, berrakmış her suyu içtin mi?"
Böylesi yaşamlara rastlayınca neden bilmem hep bu sözler kulağımda tekrarlanır. Baron Fredrich, harcayıp bitiremeyeceğini düşündüğü bir varlık içerisinde hiçleşmiştir. Çünkü onun ilgisini çekebilecek her ne varsa tükenmiştir. Siz okurlarıma komik gelebilir, "Öylesi varlıkla neler yapılır!" diye düşünebilirsiniz. Acaba günümüzle kıyasladığınızda satın alabildiğiniz zevkin ve eğlencenin kaçta kaçını o zamanlarda alabilirdiniz ki? Bence bu taraftan bakmak gerekir. Baron Fredrich'in soylu ve zengin bir avcu dolduran kesimden ziyade sıradan insanların rastgele "bir aradalığına" ilgi duyması o kadar da şaşılacak şey değil. Bir noktada üstünlük olarak algılanacak seçkinlik ve zenginlik aslında şahsın iç dünyadaki yalnızlığını da beraberinde getirir, çünkü insan hep kendisi gibi olanı sevmişken öteki olana güdüsel olarak kinlenmiştir; kendisini geliştirmeyip güdülerinin önüne düşüncelerini geçirememiş her insanda bu durum yaşanagelmiştir.
Bu arzusuz yaşamın içerisindeki Baron Fredrich'in yaşamın içinde fark etmediği hırslardan birisine denk gelişinin ve Baron için hayatın renklerinin bir anda nasıl da alacalandığının öyküsünü okuyacaksınız.
Altını Çizdiğim Satırlar
İngilizlere özgü kusursuz dikilmiş bir takım elbisenin toplum içinde hiçbir biçimde göze batmayışı gibi benim varoluş biçimimde de dikkat çekici hiçbir şey yoktu ve en çok hoşum giden yanı da buydu.
Özlemini çektiğim şey; arzulardan ziyade, arzulama arzusuydu.
Kayıtsız kalan için başkalarının uyarılmışlığı en hoş izlencedir.
Tekrarlar beni çekmiyordu.
Yabancı dudaklardan kahkahalar içiyordum.
Sadece kendi kaderlerini bir gizem olarak yaşayabilenlerin gerçek anlamda yaşadıklarına inanıyorum.
İnsanların geçmişte kalan her şeyin hep bir hata ve ileriye bir hazırlıktan ibaret olduğunu sanmaları genel bir delilik hali herhalde.
Alabanda : Deniz teknelerinin iç yanı, borda karşıtı. (İt.)
Borda : Geminin veya kayığın yanı, alabanda karşıtı. (İt.)
Kösnül: Erotik
İkame: Yerine koyma, yerine kullanma, ortaya koyma. (Ar.)
Tahkir: Aşağılama, onur kırma. (Ar.)
25 Aralık 2019 Çarşamba
Balzac - Vadideki Zambak
İlk sayfalarda aile içerisinde zorluk ve sevgisizlik yaşamış saygın bir soydan gelen parlak gencin öyküsünün de akıcılığı dolayısıyla büyük bir hevesle başladığım eserin, konusu ortaya çıktıkça düşmanı olarak hafif bir tiksintiyle okumaya -daha doğrusu kendimi zorlayarak okumaya- devam ediyordum. Bir noktadan sonra iğrenip kitabı köşeye atıvermiştim. Neden mi? Çünkü eser, konusu itibariyle evli ve iki çocuk sahibi Madam de Mortsauf'a aşık olan genç baş karakterimiz Felix de Vandenesse'in ağzından yazılmıştı ve kahramanımız, ne arzularına engel olabiliyordu ne de aşkına...
Kocası tarafından hayatı boyunca hor görülmüş, aradığı sevgi ve ilgiyi hiçbir zaman görememiş Henriette'in; çocuklarının babasını biraz olsun sevmeyip Felix'e aşık olduğu halde başta ahlak ve erdem ile ayrıca yaş endişesinden bu aşka karşılık vermekte tereddüt etmektedir. Onur, namus ve erdemlerine karşı duran aşkı ve arzuları ile savaşmak zorunda olan Henriette'in; kaba, anlayıştan uzak, cinsiyetçi, hasta ve bencil kocasına rağmen genç Felix'e karşı olan aşkı ve içerisinde büyüyen arzularına karşın onur ve sadakatini nasıl koruyabildiğini şaşarak idrak edeceksiniz.
Ayberk Öğredik.
Altını Çizdiğim Satırlar
Açık havada güneşin etkisiyle esmerleşen sinirli elleri, yalnızca atta binerken ya da Pazar günü kilisedeki ayine giderken eldiven giydiğini kanıtlıyordu.
Şerefli bir alçaklık içindeydim.
Sonradan görme insanlarda, kurnazlıklarını aldıkları maymunların ustalıkları vardır: Onların yükseklere tırmanışlarındaki atikliğe, el çabukluğuna hayran olursunuz; fakat tepeye ulaştıkları zaman da yalnızca utanç verici yerleri görünür.
Bir delinin defalarca bir sözü tekrarlaması gibi, şu sözleri içimden sürekli yineledim: "O, benim olacak mı?"
Tanrı'dan daha insafsız olmayın, dedim. Ben, daha merhametsiz olmak zorundayım; çünkü ben, Tanrı'dan daha güçsüz bir varlığım, dedi.
...onlara içercesine dokundum.
Aşk, kendisi olmayan her şeyden dehşet duyar.
Evet, sonraları bir kadını, kadın olduğu için seveceğiz; oysa sevilen ilk kadında onun her şeyini seviyoruz: Onun çocukları bizim çocuklarımızdır; onun evi, bizim de evimizdir; çıkarları, bizim de çıkarlarımızdır; onun mutsuzluğu bizim en büyük felaketimizdir...
Siz, beni anlayamazsınız; siz, bir kadınsınız ve anlattıklarımda sizin hiçbir zaman benzerini almadan verdiğiniz bir mutluluk söz konusu.
Sonra bu sık ağaçlı ormandan çıkınca, kıraç ve nadasa bırakılmış bir toprakla karşılaşırsınız. Orada, yakıcı yabani otlar arasında karayılanlar görürsünüz; karınları tıka basa dolu karayılanlar, zarif, ince başlarını kaldırarak deliklerine doğru kaymaktadırlar. Tüm bunların üzerine kimi zaman hayat dolu dalgalar gibi akan bir güneş selini, kimi zaman yaşlı bir adamın alnındaki kırışıklıklar gibi dizilmiş kurşuni bulut kümelerini, kimi zaman da hafifçe turunculaşmış, açık mavi şeritlerle çiziklenmiş bir gökyüzünün soğuk tonlarını serpin ve sonra da onları dinleyin. Şaşırtıcı bir sessizliğin içinde anlatılamaz ezgiler, ahenkler işitirsiniz.
Üzüm salkımlarını toplamak, buğday biçmekten çok daha kolaydır.
Onun, o son derece güzel sesiyle söylediği bu cümle dünyada hiçbir kadının bir daha bana veremeyeceği zevkleri tattırıyordu.
Kontes, benimle ince bir kumun üzerinde denizin mırıldandığı minicik dalgalara benzeyen yumuşak ve alçak bir sesle konuşuyordu.
Her seferinde daha geniş bir yaşama doğuyorum ve herhangi bir büyük kayanın tepesine çıkarken her adımda yeni bir yeri keşfeden gezgin gibi oluyorum. Her yeni sohbette uçsuz bucaksız hazinelerime yeni bir tanesini eklemiyor muyum? Öyle sanıyorum ki bitmek tükenmek bilmeyen sevgilerin sırrı işte burada. Size ancak sizden uzak olduğum zaman sizden söz edebilirim. Çünkü yanınızda olduğum zaman, sizi görmek fazlasıyla gözlerimi kamaştırıyor. Mutluluğumu anlatabilmek için fazlasıyla mutluyum; kendim olabilmek için fazlasıyla sizinle doluyum; konuşmak için fazlasıyla konuşkan kılıyorsunuz beni; yaşadığım dakikalara o denli büyük bir tutkuyla sarılıyorum ki geçmişim artık benim için bir şey ifade etmez oluyor. Bunun kusurlarını bağışlamak için bu, sürekli sarhoşluğu iyi bilin. Sizin yanınızda hissetmekten başka bir şey gelmiyor elimden.
Bir anda gökyüzüne ne kadar dua yükseldi. Eğer, seni yine bana bırakmasını Tanrı'dan istemek için aştığım uzaylardan geçerken son soluğumu vermediysem, demek ki insan ne sevinçten ölüyor ne de acıdan!
Yine başlamayın! Kuzum, siz bir dost eliyle yaralarımın kanını kurutmanın acıklı zevkini benden almak mı istiyorsunuz?
Sonra içini çekerek gizli üzüntüleriyle isyan eden bir tutsağın gülüşüyle bana baktı.
Ağlamaklı sesiyle söylediği bu sözlerde, aşkın bileşik faizi denilebilecek duyguların ne de güzel ödenişi vardı.
Babamın evine dönünce bir cimrinin üzerinde taşımak zorunda olduğu banknotları sıkça yokladığı gibi durmadan dokunduğum o mektubu okuyabileceğim ilk geceyi büyük bir sabırsızlıkla bekliyordum.
Benim düşünceme göre, bir dük ve bir meclis üyesi, bir zanaatçı ile yoksula, o yoksulun ve zanaatçının dük ile meclis üyesine olduğundan daha fazla borçludur.
Yoksul adam, tarladaki işinden yorgun argın gelip de yattığı zaman, görevlerini yerine getirmediğini mi sanıyorsunuz! Hiç kuşkusuz o yoksul insan üzerine düşen görevleri yüksek mevkilerdeki pek çok kimseden daha iyi yapmıştır.
Kendinize fazla güvenmeyin, bayağı olmaktan kaçının ve aşırı gayretli de olmayın; bunlar yaşam denizinden insanın her an çarpabileceği üç kayadır. Kendinize gösterdiğiniz aşırı güven, başkalarının size göstereceği saygıyı azaltır; bayağı tavırlarınız küçümsenmenize neden olur; başkaları için göstereceğiniz aşırı ve gereksiz çabalar da insanlar tarafından sömürülmenize, kullanılmanıza yol açar.
Fakat bütün sempatileri etrafınıza toplamak, sevimli, nükteci, zeki ve dostluğuna güvenilir bir adam olarak görünmek mi istiyorsunuz? o zaman onlara kendilerinden söz edin ve doğrudan ilgisi olmayan konularda bile sözü, onlara getirmenin bir yolunu bulun; karşınızdaki yüzler hemen canlanacak, dudaklar size gülümseyecek, siz oradan ayrılıp gittikten sonra herkes sizi övecek ve yere göğe konduramayacaktır.
O, tıpkı dövülünce başka demirlere kaynayabilen fakat kendi sertliğinde olmayan her şeyi bir dokunuşta kıran demire benzer.
Genç kadınlarla yalnızca şakalaşın, onların her şeyini ciddiye almayın; çünkü onlar ciddi bir şeyler düşünme yeteneğinden yoksundurlar. Dostum, genç kadınlar bencil, basit ve gerçek dostluktan yoksundurlar; kendilerinden başka hiçbir şeyi düşünmezler ve küçük bir başarı uğruna gözlerini kırpmadan sizi feda ederler.
Aşk, başlangıçta nasılsa, sonunda da öyledir; düzenli, dingin ve saftır, şiddetli gösterilerden yoksundur; saçlarına belki aklar düşer ama gönlü hep genç kalır.
Bu gülüş bana öyle büyük bir gönül sarhoşluğu veriyordu ki ölmeme neden olacak bir darbeyi bile hissetmeyebilirdim.
Bir yeraltı labirentinde yolunu kaybetmemek için elinde bir iplik yumağından baişka bir şey kalmayan, onun koptuğunu görmekten çok korkan bir insanın telaşını bağışlayın.
Zambağım benim, dedim! Düşüncemin okşadığı, ruhumun öptüğü güzel çiçeğim benim!
Bakın Henriette, dedim. Ben yalan söyleyemem, iki yüzlülük gösteremem. Boğulan düşmanımı kurtarmak için kendimi suya atabilirim, onu ısıtmak için sırtımdaki paltoyu çıkartıp verebilirim, kısacası onu bağışlarım; fakat yaptığı hareketi asla unutmadan.
Kendi türlerinden yalnızca kendi kabul ettikleri kimseleri tanırlar; öbürlerine gelince, onların dillerini anlamazlar; bunlar kıpırdayan dudaklar ve gören gözlerdir fakat ne ses, ne de bakış onlara ulaşır; çünkü onlar için bu insanlar sanki hiç yokmuş gibidirler.
...demirden bir organizması vardı.
*sürprizkaçıran*
Leydi Arabelle bedenin metresi olmuştu. Madam de Mortsauf ise ruhun eşiydi. Metresin tatmin ettiği aşkın sınırları vardır; madde sınırlıdır, özelliklerinin hesaplı güçleri vardır ve kaçınılmaz doyuma maruzdur.
*sürprizkaçıran*
Leydi Arabelle kendini beğenmişlikle davranıyordu; beni yüceltip göklere çıkararak bütün övünmeleri destekliyordu. Beni böyle yükseklere yerleştiriyordu; çünkü ancak dizlerimin düzeyinde yaşayabilirdi.
Kont artık oklarını saplayacağı yumuşak toprakla karşılaşmayınca eziyet ettiği zavallı böceğin artık kıpırdamadığını gören bir çocuk gibi kaygılanmıştı.
Bu kadınlar defa etmek için daha fazlasına sahip olmak isterler, onlar her şeyi verirler.
Doğru yolda yürüdüğü için hâlinden yakınmaya kalkışanın vay haline!
Tanrı, bize mutluluk duygusunu ve zevkini verdiyse, bu dünyada derin üzüntü ve acıdan başka bir şey bulamayan masum ruhların sorumluluğunu üstlenmesi gerekmez mi? Bunun anlamı da ya Tanrı yoktur ya da hayatımız acı bir şakadan başka bir şey değildir.
İkimiz de donup kalmıştık. Uçuruma atılan bir taşın sesini dinler gibi, bu sözlerin yankısını dinliyorduk.
Onun sevgisinde ve çocuklarımızın bize beslediği sevgideki saf bencillik var. Bana çektirdiği üzüntülerin, yaptığı kötülüklerin farkında bile değil; her zaman bağışlanıyor!
Hiç kuşkusuz Tanrı, sevgiyi ancak acılar yoluyla tanımış olanları bağışlayacaktır.
Şiddetli, coşkulu her sevgi borçlu olunan sevgilerden çalınır.
İki kadının hangi hızla birbirlerini incelediklerini iyi bilirsiniz.
Her acının kendi öğretisi vardır.
Güneş, hiç ışınlarının içinde bulunan ve onunla beslenen sinekciklerden kaygılanır mı?
Asıl suç, asıl günah seni sevmemek olmaz mıydı? Sen, bir melek değil misin? Seni diğer erkeklerle karıştırmakla o hanım sana hakaret ediyor. Ahlak kuralları sana uygulanamaz; çünkü Tanrı, seni her şeyden üstün yaratmış. Seni sevmek bir bakıma Tanrı'ya yaklaşmak değil midir?
Erkek, artık bu yaştan sonra hep alır; sevgilisinde kendisini sever. Oysa genç yaştayken erkek, kendinde sevgilisini sever. Daha sonraları bizi seven kadına zevklerimizi, belki de kötülüklerimizi aşılıyoruz; oysa hayatın başlangıcında, sevdiğimiz kadın, erdemlerini ve inceliklerini bize kabul ettirir; bir gülümsemeyle bizi güzele davet eder ve verdiği misalle bize özveriyi öğretir. Ne mutlu gençliğinde bir Henriette'i olana!
Mutluluk, mutlaktır ve karşılaştırmalara tahammülü yoktur.
Gerçekten de her büyük aşk bizim ruhunuza o kadar kuvvetle siner ki önce onun sertliklerini giderir, sonra kusurlarımızı ya da niteliklerimizi oluşturan alışkanlıkların açtığı izleri doldurur. Fakat kısa bir süre sonra birbirine iyice alışan iki sevgili, ruhlarındaki o çizgilerin yeniden ortaya çıktıklarını görürler. O zaman her iki taraf da birbirlerini incelemeye başlarlar; çok zaman tabiatın, tutkuya karşı göstereceği bu tepki karşısında, ayrılıkları hazırlayan ve dar görüşlü bazı kişilerin insan yüreğini tutarsızlıkla suçlamak için bir silah gibi sarıldıkları karşılıklı soğukluklar ortaya çıkar.
...suskunluğuyla bile konuşur ve gözleri yere eğikken bile size bakmayı bilir; eğer içinde bulunduğu durum konuşmayı ve bakmayı yasaklıyorsa, düşüncelerini yazmak için bu defa üzerine bastığı kumu kullanır; yalnızken aşkını uykusunda bile söyler ve o bütün dünyaya boyun eğdirir aşkını.
Bazı kadınlar kendilerine o kadar hakimlerdir ki tamamen size ait olmalarına imkan yoktur.
Başkalarının mutluluğu, artık mutlu olamayacak insanların avuntusudur.
Sanki ünlü bir ressamın fırçasından çıkmış bir portre seyreder gibi mektuplarınızı seyrediyordum.
*sürprizkaçıran*
...fakat özellikle sevdiğimiz öyle insanlar vardır ki kefenleri yüreğimizdir ve anıları her gün yürek çarpmalarımıza karışır. Soluk alır gibi onları düşünürüz; aşka özgü bir ruh gücünün zarif yasasıyla onlar bizim içimizdedirler. Bir ruh benim ruhumun içinde! Tarafımdan herhangi iyi şey, bir zambağın mis gibi kokularının havayı güzel kokularla doldurduğu gibi, hep o mezardan yayılıyor.
*sürprizkaçıran*
Biz kadınlar, hiç de sizin sandığınız kadar budala değiliz. Sevdiğimiz zaman, seçtiğimiz erkeği her şeyin üzerine tutarız. Üstünlüğümüze olan inancımızı sarsan her şey aşkımızı da sarsar. Erkekler bizim gururumuzu okşarlarken, aslında kendi gururlarını da okşamış olurlar. Eğer sosyetede kalmayı ve kadınlarla yakınlık kurmanın tadını çıkartmayı istiyorsanız, bana anlattığınız bu şeyleri sakın onlara anlatmayın; çünkü kadınlar, aşklarının çiçeklerini kayalıklara dikmekten ve sevgilerini hasta bir kalbin yaralarını sarmak için kullanmaktan asla hoşlanmazlar.
8 Ekim 2019 Salı
Stefan Zweig - Satranç
Kitabın başlangıç kısmında yazar tarafından satranç üzerine asker komuta etmekte Hannibal ve Napolyon'a benzetilen ana karakterimiz Czentovic; mülayim yapıda, sessiz ve sakin hatta büyürken çevresindekiler tarafından neredeyse zihinsel engelli olarak nitelendirilmesine karşın bir gün babalığı olan Papaz ve arkadaşının satranç oynadığı günlerden birinde Papaz'ın acil bi' işinin çıkmasıyla Czentovic, şans eseri oynanışını birkaç kez seyretmiş olduğu strateji oyunu satrancın başına oturuverir ve böylece serüven başlamış olur.
Czentovic, on sekizinde Macaristan şampiyonuyken yirmi üç yaşında Dünya şampiyonluğuna kadar yükselerek ismini tüm dünyaya duyurur. Artık geçim, hatta çok iyi bir geçim kapısı olan satrancı para karşılığı oynayıp satranç olmadan bir arada göremeyeceği parayı zimmetinde toparlamaya başlar.
Uzun öykü olarak adlandırılan kitabımızdaki fırtına, şampiyonumuzun bir gemiye binip onun neredeyse tamamen zıt karakteri olan özündeki coşku Nazi otoritesi tarafından işkenceyle yitirtilmiş Dr. B'nin bir anlığına kendisini tutamayıp her zaman kazanmak isteyen yenilgiye doyumsuz zengin bir pehlivanın şampiyon tarafından adeta kaz gibi yolunduğu bi' satranç maçının esnasında doğru hamleyi bahtsız şampiyon avcısına söyleyen Dr. B'nin tüm dikkati üzerine çekmesiyle kopuverir.
Esasında eser, yavaş ve planlı hareket eden kendisinden satranç konusunda oldukça emin, kararlı, acımasız ve müthiş bir özgüven sahibi Czentovic, Nazi otoritesini; bastırılmış coşkun yapısıyla hümanizmi, medeniyeti ve insanlığın 2. Dünya savaşında yaşadıklarını ve bu yaşanmışlıkların bıraktığı izleri simgeleyen bu iki karakter arasındaki çarpışmayı anlatır.
Usta, sıkça deyim kullanarak kalemiyle yine büyülü sözcükler yazmış gibi okutturuyor kendisini; keyifle okumanızı dilerim.
Ayberk Öğredik
Altını Çizdiğim Satırlar
Bütün yontulmamış varlıklarda olduğu gibi onda da gülünç bir kendini beğenmişlik vardı...
Sabit fikirli, kafasını tek bir düşünceye takmış her türlü insan, yaşamım boyunca beni çekmiştir, çünkü bir insan kendini ne kadar sınırlarsa, öte yandan sonsuza o kadar yakın olur; işte böyle görünüşte dünyadan kopuk yaşayanlar, özel yapıları içinde karınca gibi, dünyanın tuhaf ve eşi benzeri olmayan bir maketini kurarlar.
...her zaman öylesine ve yalnızca eğlenmek için...
...kendi kendinin mimarı bu iri-yarı adam...
...en az on dakika bekletti bizi, bu da gelişinin büyük bir etki yaratmasını sağladı.
Sakin ve soğukkanlı bir biçimde masaya yaklaştı, kendisini tanıtmadan "Kim olduğumu biliyorsunuz, sizin kim olduğunuz ise beni ilgilendirmiyor," demek oluyordu herhalde bu saygısızlık.
Bize hiçbir şey yapmadılar, bizi tümüyle hiçliğin içine yerleştirdiler, çünkü bilindiği gibi yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapmaz. Her birimizi tam bir boşluğa, dış dünyaya sıkı sıkıya kapalı bir odaya hapsetmekle, eninde sonunda dilimizi çözecek olan baskı, dayak ve soğuk yoluyla dışarıdan değil içeriden yaratılacaktı.
Ama ne kadar soyut görünürlerse görünsünler, düşünceler de bir dayanak noktasına gereksinim duyarlar, yoksa kendi çevrelerinde anlamsızca dönmeye başlarlar; onlar da hiçliğe katlanamaz. İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. Bekleyip durur insan. Hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür, düşünür. Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır. Yalnız. Yalnız.
...sanki kendi sözcüklerimin peşinden koşmak istiyordum.
Ama bu kitapla cehennemime geri dönmek ne olağanüstü bir andı, en sonunda yalnızdım, ama hiç de yalnız sayılmazdım!
...yani satrançta kendine karşı oynamak, kendi gölgenin üstünden atlamak gibi bir çelişkidir.
...kendime karşı oynadığım bu mantıksız oyundan başka bir şeyim olmadığı için, öfkem, intikam hevesim fanatik bir biçimde bu oyuna yöneldi. İçimdeki bir şey haklı çıkmak istiyordu ve savaşabildiğim tek şey içimdeki bu öteki ben'di.
Anlamını Bilmediğim Kelimeler
10 Mayıs 2019 Cuma
Ali Güler - Atatürk ve İslâm
Ali Güler - Atatürk ve İslâm
Kitap Hakkındaki Düşüncelerim
Ayberk Öğredik
Altını Çizdiğim Satırlar
Ben Yasin-i Şerif-i ezbere hiç yanlışsız okurum, iddiasında bulunmuştur. Bunun üzerine Atatürk, Nebile’den bunu ispatlamasını istemiş. Kitaplığındaki Kur’an-ı Kerimlerden Arapça olanını getirerek, Yasin Suresi’ni açmış ve Nebile’den okumasını istemişti. Nebile, besmele çekerek Yasin Suresi’ni okumuş, bu sırada Atatürk de elinde Kur’an ile O’nu takip etmişti. Bu olaya şahit olan H.Aroğul, o sırada Atatürk’ün duygulandığı, gözlerinin nemlendiğini ifade etmektedir.8
Birinci Dünya Savaşı'nda Atatürk'ün Kurmay Başkanlığını yapan Orgeneral İzzettin Çalışlar'ın günlüğünde iki buçuk yıl içinde Atatürk'ün içki içtiği gün sayısının çok az olduğu görülmektedir.14
Nahl Suresi 32. Ayet şu şekildedir:
(Onlar, takva sahipleri), meleklerin, “Selam sizin üzerinize olsun (selâmünaleyküm). Yapmış olduğunuz (iyi) işlere karşılık cennete girin“ diyerek iyilikle canlarını aldıkları kimselerdir.
2. 60.000 adet Buhari Hadisleri tercüme ve izahı (12’şer cilt).
3. 247.000 adet din kültürü eserleri.
Kaynakça
2 Sadi Borak, Atatürk ve Din, İstanbul, 2002, s.96.
3 Atatürk'ün Kitaplığı, Cumhurbaşkanlığı, 20.
4 Ş Turan, Atatürk'ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, 3. Baskı, Ankara, 1999, s. 3.
5 S. Meydan, Yalanlara, Çarpıtmalara, İftiralara Panzehir, Gerçeğe Çağrı s. 80
6 Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetle, İstanbul, 1998, s. 137 S. Meydan, Atatürk, Modernizm, Din ve Allah, Bir Ömrün Öteki Hikayesi, s. 503.
7 S. Meydan, Atatürk, Modernizm, Din ve Allah, Bir Ömrün Öteki Hikayesi, s. 469
8 A. Altıner, Her Yönüyle Atatürk, 2. Baskı, Bakış Yayınevi, Ankara, 1962, s. 439. S. Meydan, Atatürk, Modernizm, Din ve Allah, Bir Ömrün Öteki Hikayesi, s. 475.
9 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt: I., Ankara, 1927, s. 287-298
10 S. Meydan, Atatürk, Modernizm, Din ve Allah, Bir Ömrün Öteki Hikayesi, s. 492-493
11 K. Arıburnu, Atatürk'ten Anılar, Ankara, 1976, s. 110. S. Meydan, Atatürk, Modernizm, Din ve Allah, Bir Ömrün Öteki Hikayesi, s. 474-475
12 S. Meydan, Atatürk, Modernizm, Din ve Allah, Bir Ömrün Öteki Hikayesi, s. 482-483.
13 H. E. Adıvar, Türk'ün Ateşle İmtihanı, Çan Yayınları, İstanbul, 1962, s. 147.
14 İ. Görgülü, Atatürk'le İki Buçuk Yıl, Orgeneral İzzettin Çalışlar'ın Anıları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1993.
15 yakınlarından Hatıralar, Derleme, İstanbul, 1955, s. 32.
16 Atatürk ve alkol konusunda şu eserlere bakınız: İ. Görgülü, Atatürk'ün Özel Yaşamı, Uydurmalar-Saldırılar-Yanıtlar, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 2003. S. Meydan, Atatürk, Modernizm, Din ve Allah, Bir Ömrün Öteki Hikayesi, s. 495-499.
17 A. Kasapoğlu, Atatürk'ün Kur'an Kültürü, s. 118.
18 S. Akdemir, Cumhuriyet Dönemi Kur'an Tercümeleri Akid Yayıncılık, Ankara 1989, s. 33, A. Kasapoğlu, Atatürk'ün Kur'an Kültürü, s. 120-121.
19 A. Kasapoğlu Atatürk'ün Kur'an Kültürü, s. 121.
20 A. Güler, Sarı Paşa İnsan Atatürk, s. 248-252.



