ANA
Yazar :
Alaksey Maksimoviç Peşkov(Maksim Gorki)
Kitabevi: Yılmaz Kitabevi
Kitabevi: Yılmaz Kitabevi
Kısaca Maksim Gorki
Gorki, nakliyecilik yapan babasını 5 yaşındayken
kaybeder, annesi yeniden evlenince doğum yeri olan Novgorad’a döner. 11 yaşında
tamamen öksüz kalır ve anneannesi ile büyük babası tarafından Astrahan’da
büyütülür. Masalları ile büyüdüğü anneannesinin üzerinde büyük etkisi vardır.
Gorki yalnızca birkaç ay okula gidebilir. 8 yaşında
çalışmaya başlar, bu sayede Rus işçi sınıfının yaşamını yakından tanır. Bir
gemide bulaşıkçılık yaparken okuma merakı sarar. İlk gençlik yıllarını Kazan’da
geçiren Gorki Aralık 1887’de intihar girişiminde bulunur. Sonraki 5 yıl boyunca
değişik işlerde çalışarak, daha sonra yazılarında kullanacağı pek çok izlenimi
edindiği büyük Rusya turuna çıkar. Gorki’nin daha sonra eserlerinde görülen
güçlü betimlemeler ne kadar keskin bir gözlemci olduğunu gösterecektir.
Maksim Gorki 1892 yılında Tiflis’de Kafkasya gazetesinde
çalışmaya başladı. Yoksullukla ve acıyla dolu bir hayat sürdüğü için Rusçada
acı anlamına gelen Gorki takma adını kullanmaya başladı. 1895’te St.
Petersburg’da yayınlanan bir dergide çıkan Çelkaş adlı öyküsü ile ünlendi. 1898
yılında yayınlanan ilk kitabı Hikaye Denemeleri çok beğenilir ve yazarlık
kariyerinin başlangıcı sayılır. Bu dönemde sağlam bir olay örgüsü kuramaması ve
yaşamın anlamı üzerinde uzun felsefi tartışmalar girmesi romanlarının
başarısını düşürür.
1906’da yazdığı ve Rus Devrimi’ne adadığı Ana en başarılı
romanıdır. Gorki, Çar rejimine açıkça karşı çıkmış ve bu yüzden birçok kez
tutuklanmıştır. Çarlık tarafından kontrol ve baskılara maruz kalmıştır.
Lenin’le tanıştığı 1902 yılından itibaren aralarında yakın bir arkadaşlık
oluşmuştur. 1902 yılında Rusya Edebiyat Akademisi’ne seçilir. Ancak Çar II.
Nikolas buna izin vermez. Anton Çehov ve Vladimir Korolenko bu tavrı protesto
eder ve Akademiden ayrılır. Başarısız olan 1905 Rus Devrimi sırasında Peter ve
Paul Kalesi’nde kısa bir süre daha hapis kalır. Gorki, Güneşin Çocukları adlı
oyununu yazar.
1936 yılının Haziran ayında hayata gözlerini yumdu.
Zehirlendiği iddia edilmişti. Gorki’nin cenaze töreninde tabutu taşıyanlar
arasında Stalin ve Molotov da yer alacaktır.
1938’de Buharin’in mahkemesinde Gorki’nin NKVD başkanı Yagoda
tarafından öldürüldüğü itiraf edilmiştir.
Kitap Hakkındaki Düşüncelerim
İncelememe kitap içerisinden bir alıntıyla başlamak
istiyorum: “Hep bir ailenin bireylerindensiniz. Çünkü sizi bir tek ana doğurdu:
Gerçek! Sizi doğuran gerçekti. Siz onun sayesinde yaşamaktasınız.”
Gerçeğin peşinde, çokça nadir görülen bir yolcuyla
çıkacağınız bu yolculukta; bir ananın, oğlunun yolundan gittiğini ve sizi de
peşi sıra sürüklediğini göreceksiniz. Şişman adamların göbeklerini daha da
büyütebilmesi için, metreslerine sı*çacakları altından klozetleri ısmarlamak
için kaç işçinin yaşamını, ne şekilde ş*erefs*izce söndürdüğünü anlayacaksınız.
Yağın, kirin, pasın, cehaletin içinden yükselen
aydınlanmanın hikayesi… Bilgiye aç, cehalete tok halkın daha parlak bir güne
uyanma isteği için devirmeyi düşlediği satırların yolunda verdiği gizli
uğraş.
Hayatını acı ve ıstırap
içinde geçirmiş bir Ana’nın korkusuzluğu, davası uğruna kalp ritmini tekdüze
etmiş oğlun dik duruşu, gerçeğin peşinde birbiri yanına kenetli yoldaşların durmaksızın
ve uyumaksızın sürdürdüğü yorgunluğu; her şey, evet bunların hepsi bu kitabın
sayfaları arasında Gorki’nin usta kalemiyle yazılmış ve sizin, kendilerini
okumanızı bekliyorlar.
Okuyun dostlar, okuyun.
“Yaşam, her vakit bulanık ve ağır ağır akan, çamurlu bir ırmak gibi hiçbir
değişikliğe uğramaksızın geçip gitmeyi…” sürdürmek istese de bu devinimi
değiştirecek, “her şeyin çürük koktuğu bu bataklıkta” düşünceleriyle bu çevreye
bahar kokuları saçacaklar bizleriz dostlarım. Okuyun! Keyifli okumalar.
Altını Çizdiğim Satırlar
Fabrika ve makineler; kaslardaki gücü sökmüş, kemirmiş;
hissettirmeden bir günü daha çekip almıştır insan yaşamından.
Ama ne de olsa; her biri şu ya da bu biçimde
başkalarından ayrık olduklarını bir nedenle göstermek isterlerdi.
Yaşam, her vakit bulanık ve ağır ağır akan, çamurlu bir
ırmak gibi hiçbir değişikliğe uğramaksızın geçip gitmeyi dürdürüyordu eskiden
beri.
Evladı karşısına geçmiş, yüzü, gözleri, konuşmalarıyla
yüreğini yerinden oynatıyor; oğluyla gururlanmasına neden oluyordu; kendi
yaşamını olanca çıplaklığıyla anlatabildiği için. Onun çektiği sıkıntıları,
dertleri anlıyor ve onunla birlikte aynı üzüntüyü paylaşıyordu. Oysa genellikle
analara acınmazdı.
Kişi salt kendi kıskançlıkları ve istekleri için yaşıyor
çağımızda.
Karnı tok olanlar çoktur ama dürüstü yoktur! Biz şu içi
geçmiş yaşamın bataklığı yüzünden geleceğin mutluluk ülkesine bir köprü
kurmalıyız. Bizim görevimiz işte budur arkadaşlar!
Suçlu olan giysiyi diken değil, eteğini kaldıranlardır hemşire…
Bir bataklıkta her şey çürük kokar.
“Saatin sarkacı saniyeleri sanki aynı ölçüde budayarak
açık seçik bir sesle tık tık vuruyordu. Ve her saniye, insan yaşamından bir
parça daha koparıp götürüyordu.”
“Tuhaf bir duygu sürüngen bir hayvan gibi tüm gövdesine
yayılarak özünü kaplıyor ve yüreğini bir mengene gibi içine alıyordu.”
Yaşamın kendisi de eskisi gibi değil artık; korku da
başkalaştı, telaş içinde herkes. Yürek başkalaştı, ruh da açtı gözünü; Üzüntüyü
de, sevinci de görüyor.
Bu düşünceler, insanların ceplerinde değil, kafalarında.
Ne bite ne de pireye benzer düşünce dediğin. Sıçradığı zaman tutamaz, yürüdüğü
zaman alıp ezemezsin parmaklarının arasında.
Kutsal tasvirlere bakarak kutsal olmaz kişi!
Çünkü tek başına değilim yeryüzünde. Bugün, birinin beni
küçük düşürmesine göz yumar, zarar vermediğini düşünüp geçerim belki. Ancak
yarın bende gücünü deneyen adam başkasının derisini yüzmeye kalkar.
Elenmemiş unun ekmeği ona göre olur!
Elbet, göbek büyüdükçe vicdan ve yürek küçülür…
Bu bir çocuk hastalığıdır kardeş, kızamık gibi… Bu
hastalığı hepimiz geçiririz, güçlü olanlar daha hafif, güçsüz olanlar daha
ağır. Yalnız bulunca, yaşam henüz tanımadığımız ve yerimizin neresi olduğunu
seçemediğimiz bir yaşta saldırır bu hastalık bize.
Yaşam ata benzemez! Onu kırbaçla yola getiremezsin!
Yürekteki ışık puslu yanınca çok is tutar.
Yeryüzünde bunca kulun var, her biri de kendine göre
dertli. Mutlular nerede, hani?
Bilirsiniz, bebeğin mamasına azar azar bakır
karıştırılırsa, bakır kemiklerin büyümesini önler ve bebek cüce kalır. Ama insan
altınla zehirlenecek olursa içi küçülür, körleşir, belirsizleşir ve beş para
etmeyen lastik top gibi olur.
Biliyor musun Andrey? Çok gülen insanların yüreğinde
keskin bir acı saklıdır…
“…yerleri ayaklarıyla dövüyor, havadan bir şeyler vaat
ediyor, yine kimlikleri bilinmeyen kişilere gözdağı veriyordu”
Çocuklarımız bizim yargıçlarımızdır.
“Pencereden süzülen bir ışık demeti, önce onun omuz
başları ve kafasını okşadıktan sonra piyanonun üstüne düşüp tuşları üzerinde
yansımaktaydı.”
Anlayıp durduklarımı sözlerle anlatamadığımdan okuyorum.
“Güneş ışınları havada altın teller gibi asılıydı."
“Karşılıklı seslerin tonu netleşmişti.” (İlk kez sohbet
eden kişiler.)
“Gecenin kendi dilince söylediği bir şarkısı vardı.”
Üzüntüm yalnızca beni ilgilendirir. Mutluluğumu ise
izleyebilirsin. Yani üzüntü benim, mutluluk tümümüzün.
Halk uyansın bir kez. O zaman haksızlara nasıl cezalar
vereceğini bir görsünler. Akacak kanlar, zamanında işçilerden emdikleri kandır.
Kendi kanı olduğu için, istedikleri gibi döküp saçmaya hakkı var işçilerin.
Dönüşü olmayan bir yolda tek başına kalmış gibiydi.
Biraz düşünmeyi öğrenin ey insanlar… Rahatımız kaçacak
diye bu denli korkmazdınız o zaman.
Evliliğin ne olduğunu bilmeden evcilik oynayan çocukların
beceriksizliğine kaptırmıştı kendisini.
Her zaman iyi şeylerin olacağını düşünerek yaşamalıdır
insan. Eğer bir şey beklenmiyorsa; ne önemi kalır yaşamanın?
Kentlerdeki kiliselerin içi tanrının hiç de işine
yaramayan altınlarla doluyken, üstü başı yırtık pırtık dilenciler dolaşıyordu
kilisenin dışında.
Hazreti İsa’yı betimleyen tablolar hakkında
anlatılanlardan, O’nun yoksulların ve acizlerin dostu olduğunu biliyordu. İsa
da yırtık pırtık gezerdi insanların arasında. Oysa yoksullar kiliseye gidip
ondan avuntu aradığında karşılarına altın işlemeli giysiler giydirilmiş
bambaşka tanrı oğulları çıkıyordu…
Yaşamın akışından öğreniyor insan anlamayı.
Kalbinin sesine uyabilmesi için koşması bile gerekiyordu
hafiften.
İyi bir insan için yaşamak zor, ölmekse kolaydır… Peki,
ben nasıl öleceğim?
“Dallardan dökülen sarı yaprakları kovalayan rüzgar,
bekleşenlerin ayakları altından uçuşup duruyordu…”
“Sıkılı yumruklarının kanı çekilmiş, bembeyaz olmuştu
kenetli elleri.”
Yarın, ona neler getireceği belli olmayan bir düş gibiydi
eskiden.
“Tepeler, tarlalar, sanki bu puslu günde kendi
kendileriyle yarışır gibi geçip gidiyordu peş peşe.”
Bilgisiz biri okuma yazma bilenden daha çabuk öğrenir,
daha iyi bir şekilde öğrenir. Okumasını bilen, doymuştur okumaya zaten.
“Dipsiz bir karanlık, gözlerini dikmiş ona bakıyordu
sanki.”
İnsanın değeri, kendine verdiği değerdir.
Kurt, it, domuz olmanı buyururlar sana, insan ol
demezler. Yasaklanmıştır insan olmak bir kez.
Yaşam, tepeciklerle dolu kocaman bir tarlaydı sanki
insanların kendisini işlemesini bekliyor, ürün olarak da özgürlük vereceğini
söylüyordu. “Gerçeğin ve anlayışın tohumunu ekin bana, size bire yüz ürün
vereceğim!” diyordu.
“Kendini tutabilmek için ellerini daha da derin sokuyordu
cebine.”
Bu hayvanca yaşamda hayvanlaşıyor ister istemez insan.
İyi bir kavga, kötü bir barıştan iyidir.
“…duygularının kendini belli edip ihanet etmesinden
korkuyordu.”
Hep bir ailenin bireylerindensiniz. Çünkü sizi bir tek
ana doğurdu: Gerçek! Sizi doğuran gerçekti. Siz onun sayesinde yaşamaktasınız.
“İnsan kendisini tan yeri ağarırken, yüksek bir doruk
üzerine çıkmış sanıyor.”
“Sağ elini paltosunun düğmeleri arasına ötekini ise
cebine daldırmıştı. Bu nedenle sağ omzu, sol omzundan daha yüksek görünüyordu.”
Bu kadar çalıştık; ne gördük? Sefalet, açlık ve
hastalıktan başka? Her şey bize karşı! Her gün biraz daha çok çalışmayla
eziliyor, açlık ve soğuktan kırılıyor, çamur ve yalan çukuruna gömülüyoruz. Ve
onlar, bizim döktüğümüz alın terinin ürünlerini, oturdukları yerde yiyip
duruyorlar. Sadık köleler olalım diye, bizi bilgisizlik içinde bırakıyorlar.
Bir şey bildiğimiz yok ve iliklerimize işlemiş korkaklık içinde sinip kalmışız.
Yaşantımız bir gece, kapkaranlık bir gece! Doğru değil mi?
Kitaptaki Bilmediğim Kelimeler
Ablak:
Yayvan ve dolgun yüz veya yüzü böyle olan (kimse).
Alık: Akılsız, sersem, budala, ebleh/Hayvan çulu/Eskimiş yiyecek.
Apak: Çok ak.
Belenmek: Kundaklanmak/Bulanmak, bulaşmak, örtülmek.
Belertmek: Gözlerini, akı çok görünecek biçimde açmak.
Bere: Vurma ve incitme sonucu vücudun herhangi bir yerinde oluşan çürük.
Bezenmek: Süslenmek.
Bolşeviklik: Rusya’da XX. Yüzyıl başlarında doğan ve Lenin tarafından geliştirilen komünist hareket. (Ru.)
Boylu boslu: Boylu poslu/Yakışıklı, gösterişli, uzun boylu.
Buhur: Dini törenlerde yakılan kokulu ağaç vb. maddeler, tütsü. (Ar.)
Burgaç: Anafor, girdap.
Çağıltı: Suyun, akarken taşlara, kayalara çarparak çıkardığı ses.
Çıkın: Bir beze sarılarak düğümlenmiş küçük bohça.
Çil yavrusu: Orman tavuğugillerden, eti için avlanan, ormanlarda yaşayan bir kuş, dağ tavuğu.
Çirkef: Pis ve bulanık su/İğrenç ve bulaşkan(kimse veya şey).
Çuha: Tüysüz ince, sık dokunmuş yün kumaş. (Far.)
Dalamak: (Köpek, kurt, sinek gibi ısırıcı-sokucu hayvanlar için)Dişlemek, ısırmak, sokmak.
Delege: Kendisine yetki verilerek bir yere veya birinin katına gönderilen kimse, elçi, murahhas. (Fr.)
Devşirmek: Bir araya getirmek, derlemek, toplamak/Katlamak, düzgün duruma getirmek.
Dirim: Yaşam, hayat.
Eğleşmek: Oyalanmak, eğlenmek, tevakkuf etmek/Bir yerde oturmak, yaşamak, ikamet etmek.
Erinç: Hiçbir eksiği, hiçbir üzüntüsü ve acısı olmama durumu, dirlik, rahat, huzur.
Esrik: Esrimiş, sarhoş, mest, sermest.
Evcimen: Evine, ailesine çok bağlı(kimse)/Ev işlerini iyi bilen, becerikli(kadın).
Fitil gibi: Çok sarhoş. (Fitil yağı çok iyi emen bir madde.) (Ar.)
Hafiye: Özel soruşturmalarla edindiği bilgileri ilgililere ileten kimse, dedektif. (Ar.)
Haşmet: Görkem.
İkirciklenmek: İşkillenmek/Kararsız olmak.
İlenmek: Bir kimse için kötü dilekte bulunmak, beddua etmek.
Kanı: İnanılan düşünce, kanaat.
Karyola: Üzerine yatak yapılıp yatılan tahta veya metal kerevet. (İt.)
Kerevet: Üzerine şilte serilerek yatmaya veya oturmaya yarayan, tahtadan seki, sedir. (Yu.)
Kompartıman: Yolcu trenlerinde vagonların bölmelerle ayrılmış bölümlerinden her biri. (Fr.)
Köhne: Eskiyip yıpranmış, bakımsız kalmış, çağ dışı, geride kalmış. (Fa.)
Kurum: Ocak bacalarında biriken veya çevrede savrulan kalın is.
Mahmuz: Çizmenin veya potinin arkasına takılan ve binek hayvanlarını dürtüp hızlandırmaya yarayan demir veya çelik parça. (Ar.)
Maşrapa: Metal, toprak vb. den yapılmış ağzı açık, kulplu bardağa benzeyen, küçük kap. (Ar.)
Meses: Hayvanları dürtmekte kullanılan, ucu demirli değnek, üvendire. (Ar.)
Mihrap: Cami, mescit gibi yerlerde Kabe yönünü gösteren duvarda bulunan ve imama ayrılmış olan oyuk veya girintili yer/Umut bağlanan yer. (Ar.)
Nalbant: Hayvanları nallayan kimse. (Ar.)
Ökçe: Ayakkabı altının topuğa rastlayan yüksek bölümü/Topuğun arka bölümü.
Örselenmek: Yıpratmak, eskitmek, hırpalamak, zedelemek.
Öykü: Ayrıntılarıyla anlatılan olay/Hikaye.
Potin: Ayak bileğini örtecek kadar uzun olan, bağcıklı veya yan tarafı lastiklik ayakkabı, fotin. (Fr.)
Proleter: Çalışan, emekçi (Fr.)
Sarsak: Yaşlılık, hastalık gibi sebeplerle güçsüz kalarak vücudu titrer gibi sarsılan.
Sayrı: Hasta.
Sedir: Kol koyacak yeri olmayan, arkalıksız, üstü minderli ve yastıklı olabilen kerevet, divan. (Ar.)
Semirmek: Besili, yağlı bir duruma gelmek, semizlemek, şişmanlamak.
Semiz: Şişman
Sofa: Evlerde oda kapılarının açıldığı genişçe yer, hol. (Ar.)
Şavk: Işık. (Ar.)
Şose: Genellikle taş kırıkları üzerine kum döşenip silindir geçirilerek yapılan yol. (Fr.)
Tafra: Kendisini olduğundan büyük gösterip böbürlenme, yüksekten atma. (Ar.)
Tekmil: Tamamlama, bitirme/Bütün, tüm/Eksiksiz. (Ar.)
Tezkere: Pusula/Bir iş için izin verildiğini bildiren resmi kağıt/Askerlik görevinin bittiğini bildiren belge/Divan şairlerinin hayatını ve şiirlerini genellikle sübjektif bir bakış açısıyla değerlendiren eser. (Ar.)
Tumturak: Gösteriş, debdebe/Gerekli olmadığı halde kulağa hoş gelen, gösterişli kelimeler kullanma. (Fa.)
Varsıl: Parası, malı çok olan zengin, yoksul karşıtı.
Verst: Bir Rus uzunluk ölçü birimi, yaklaşık 1 kilometre.
Yadsımak: İnkar etmek.
Yalaz: Alev.
Yalım: Alev/Kılıç, bıçak gibi kesici araçların keskin yüzü.
Yayvan: Eni, boyundan ve derinliğinden çok olan; basık ve geniş.
Yekinmek: Davranmak, olduğu yerden fırlamak, ayağa kalkmak, hareket etmek, kımıldamak.
Yortu: Hristiyan bayramı. (Yu.)
Zangoç: Kilise hizmetini gören ve çan çalan kimse. (Erm.)
Alık: Akılsız, sersem, budala, ebleh/Hayvan çulu/Eskimiş yiyecek.
Apak: Çok ak.
Belenmek: Kundaklanmak/Bulanmak, bulaşmak, örtülmek.
Belertmek: Gözlerini, akı çok görünecek biçimde açmak.
Bere: Vurma ve incitme sonucu vücudun herhangi bir yerinde oluşan çürük.
Bezenmek: Süslenmek.
Bolşeviklik: Rusya’da XX. Yüzyıl başlarında doğan ve Lenin tarafından geliştirilen komünist hareket. (Ru.)
Boylu boslu: Boylu poslu/Yakışıklı, gösterişli, uzun boylu.
Buhur: Dini törenlerde yakılan kokulu ağaç vb. maddeler, tütsü. (Ar.)
Burgaç: Anafor, girdap.
Çağıltı: Suyun, akarken taşlara, kayalara çarparak çıkardığı ses.
Çıkın: Bir beze sarılarak düğümlenmiş küçük bohça.
Çil yavrusu: Orman tavuğugillerden, eti için avlanan, ormanlarda yaşayan bir kuş, dağ tavuğu.
Çirkef: Pis ve bulanık su/İğrenç ve bulaşkan(kimse veya şey).
Çuha: Tüysüz ince, sık dokunmuş yün kumaş. (Far.)
Dalamak: (Köpek, kurt, sinek gibi ısırıcı-sokucu hayvanlar için)Dişlemek, ısırmak, sokmak.
Delege: Kendisine yetki verilerek bir yere veya birinin katına gönderilen kimse, elçi, murahhas. (Fr.)
Devşirmek: Bir araya getirmek, derlemek, toplamak/Katlamak, düzgün duruma getirmek.
Dirim: Yaşam, hayat.
Eğleşmek: Oyalanmak, eğlenmek, tevakkuf etmek/Bir yerde oturmak, yaşamak, ikamet etmek.
Erinç: Hiçbir eksiği, hiçbir üzüntüsü ve acısı olmama durumu, dirlik, rahat, huzur.
Esrik: Esrimiş, sarhoş, mest, sermest.
Evcimen: Evine, ailesine çok bağlı(kimse)/Ev işlerini iyi bilen, becerikli(kadın).
Fitil gibi: Çok sarhoş. (Fitil yağı çok iyi emen bir madde.) (Ar.)
Hafiye: Özel soruşturmalarla edindiği bilgileri ilgililere ileten kimse, dedektif. (Ar.)
Haşmet: Görkem.
İkirciklenmek: İşkillenmek/Kararsız olmak.
İlenmek: Bir kimse için kötü dilekte bulunmak, beddua etmek.
Kanı: İnanılan düşünce, kanaat.
Karyola: Üzerine yatak yapılıp yatılan tahta veya metal kerevet. (İt.)
Kerevet: Üzerine şilte serilerek yatmaya veya oturmaya yarayan, tahtadan seki, sedir. (Yu.)
Kompartıman: Yolcu trenlerinde vagonların bölmelerle ayrılmış bölümlerinden her biri. (Fr.)
Köhne: Eskiyip yıpranmış, bakımsız kalmış, çağ dışı, geride kalmış. (Fa.)
Kurum: Ocak bacalarında biriken veya çevrede savrulan kalın is.
Mahmuz: Çizmenin veya potinin arkasına takılan ve binek hayvanlarını dürtüp hızlandırmaya yarayan demir veya çelik parça. (Ar.)
Maşrapa: Metal, toprak vb. den yapılmış ağzı açık, kulplu bardağa benzeyen, küçük kap. (Ar.)
Meses: Hayvanları dürtmekte kullanılan, ucu demirli değnek, üvendire. (Ar.)
Mihrap: Cami, mescit gibi yerlerde Kabe yönünü gösteren duvarda bulunan ve imama ayrılmış olan oyuk veya girintili yer/Umut bağlanan yer. (Ar.)
Nalbant: Hayvanları nallayan kimse. (Ar.)
Ökçe: Ayakkabı altının topuğa rastlayan yüksek bölümü/Topuğun arka bölümü.
Örselenmek: Yıpratmak, eskitmek, hırpalamak, zedelemek.
Öykü: Ayrıntılarıyla anlatılan olay/Hikaye.
Potin: Ayak bileğini örtecek kadar uzun olan, bağcıklı veya yan tarafı lastiklik ayakkabı, fotin. (Fr.)
Proleter: Çalışan, emekçi (Fr.)
Sarsak: Yaşlılık, hastalık gibi sebeplerle güçsüz kalarak vücudu titrer gibi sarsılan.
Sayrı: Hasta.
Sedir: Kol koyacak yeri olmayan, arkalıksız, üstü minderli ve yastıklı olabilen kerevet, divan. (Ar.)
Semirmek: Besili, yağlı bir duruma gelmek, semizlemek, şişmanlamak.
Semiz: Şişman
Sofa: Evlerde oda kapılarının açıldığı genişçe yer, hol. (Ar.)
Şavk: Işık. (Ar.)
Şose: Genellikle taş kırıkları üzerine kum döşenip silindir geçirilerek yapılan yol. (Fr.)
Tafra: Kendisini olduğundan büyük gösterip böbürlenme, yüksekten atma. (Ar.)
Tekmil: Tamamlama, bitirme/Bütün, tüm/Eksiksiz. (Ar.)
Tezkere: Pusula/Bir iş için izin verildiğini bildiren resmi kağıt/Askerlik görevinin bittiğini bildiren belge/Divan şairlerinin hayatını ve şiirlerini genellikle sübjektif bir bakış açısıyla değerlendiren eser. (Ar.)
Tumturak: Gösteriş, debdebe/Gerekli olmadığı halde kulağa hoş gelen, gösterişli kelimeler kullanma. (Fa.)
Varsıl: Parası, malı çok olan zengin, yoksul karşıtı.
Verst: Bir Rus uzunluk ölçü birimi, yaklaşık 1 kilometre.
Yadsımak: İnkar etmek.
Yalaz: Alev.
Yalım: Alev/Kılıç, bıçak gibi kesici araçların keskin yüzü.
Yayvan: Eni, boyundan ve derinliğinden çok olan; basık ve geniş.
Yekinmek: Davranmak, olduğu yerden fırlamak, ayağa kalkmak, hareket etmek, kımıldamak.
Yortu: Hristiyan bayramı. (Yu.)
Zangoç: Kilise hizmetini gören ve çan çalan kimse. (Erm.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder