Kategoriler

16 Mart 2017 Perşembe

Maksim Gorki - Ana

ANA



Yazar    : Alaksey Maksimoviç Peşkov(Maksim Gorki)
Kitabevi: Yılmaz Kitabevi

Kısaca Maksim Gorki


Gorki, nakliyecilik yapan babasını 5 yaşındayken kaybeder, annesi yeniden evlenince doğum yeri olan Novgorad’a döner. 11 yaşında tamamen öksüz kalır ve anneannesi ile büyük babası tarafından Astrahan’da büyütülür. Masalları ile büyüdüğü anneannesinin üzerinde büyük etkisi vardır.

Gorki yalnızca birkaç ay okula gidebilir. 8 yaşında çalışmaya başlar, bu sayede Rus işçi sınıfının yaşamını yakından tanır. Bir gemide bulaşıkçılık yaparken okuma merakı sarar. İlk gençlik yıllarını Kazan’da geçiren Gorki Aralık 1887’de intihar girişiminde bulunur. Sonraki 5 yıl boyunca değişik işlerde çalışarak, daha sonra yazılarında kullanacağı pek çok izlenimi edindiği büyük Rusya turuna çıkar. Gorki’nin daha sonra eserlerinde görülen güçlü betimlemeler ne kadar keskin bir gözlemci olduğunu gösterecektir.

Maksim Gorki 1892 yılında Tiflis’de Kafkasya gazetesinde çalışmaya başladı. Yoksullukla ve acıyla dolu bir hayat sürdüğü için Rusçada acı anlamına gelen Gorki takma adını kullanmaya başladı. 1895’te St. Petersburg’da yayınlanan bir dergide çıkan Çelkaş adlı öyküsü ile ünlendi. 1898 yılında yayınlanan ilk kitabı Hikaye Denemeleri çok beğenilir ve yazarlık kariyerinin başlangıcı sayılır. Bu dönemde sağlam bir olay örgüsü kuramaması ve yaşamın anlamı üzerinde uzun felsefi tartışmalar girmesi romanlarının başarısını düşürür.

1906’da yazdığı ve Rus Devrimi’ne adadığı Ana en başarılı romanıdır. Gorki, Çar rejimine açıkça karşı çıkmış ve bu yüzden birçok kez tutuklanmıştır. Çarlık tarafından kontrol ve baskılara maruz kalmıştır. Lenin’le tanıştığı 1902 yılından itibaren aralarında yakın bir arkadaşlık oluşmuştur. 1902 yılında Rusya Edebiyat Akademisi’ne seçilir. Ancak Çar II. Nikolas buna izin vermez. Anton Çehov ve Vladimir Korolenko bu tavrı protesto eder ve Akademiden ayrılır. Başarısız olan 1905 Rus Devrimi sırasında Peter ve Paul Kalesi’nde kısa bir süre daha hapis kalır. Gorki, Güneşin Çocukları adlı oyununu yazar.

1936 yılının Haziran ayında hayata gözlerini yumdu. Zehirlendiği iddia edilmişti. Gorki’nin cenaze töreninde tabutu taşıyanlar arasında Stalin ve Molotov da yer alacaktır.

1938’de Buharin’in mahkemesinde Gorki’nin NKVD başkanı Yagoda tarafından öldürüldüğü itiraf edilmiştir.

Kitap Hakkındaki Düşüncelerim


İncelememe kitap içerisinden bir alıntıyla başlamak istiyorum: “Hep bir ailenin bireylerindensiniz. Çünkü sizi bir tek ana doğurdu: Gerçek! Sizi doğuran gerçekti. Siz onun sayesinde yaşamaktasınız.”

Gerçeğin peşinde, çokça nadir görülen bir yolcuyla çıkacağınız bu yolculukta; bir ananın, oğlunun yolundan gittiğini ve sizi de peşi sıra sürüklediğini göreceksiniz. Şişman adamların göbeklerini daha da büyütebilmesi için, metreslerine sı*çacakları altından klozetleri ısmarlamak için kaç işçinin yaşamını, ne şekilde ş*erefs*izce söndürdüğünü anlayacaksınız.

Yağın, kirin, pasın, cehaletin içinden yükselen aydınlanmanın hikayesi… Bilgiye aç, cehalete tok halkın daha parlak bir güne uyanma isteği için devirmeyi düşlediği satırların yolunda verdiği gizli uğraş.

Hayatını acı ve ıstırap içinde geçirmiş bir Ana’nın korkusuzluğu, davası uğruna kalp ritmini tekdüze etmiş oğlun dik duruşu, gerçeğin peşinde birbiri yanına kenetli yoldaşların durmaksızın ve uyumaksızın sürdürdüğü yorgunluğu; her şey, evet bunların hepsi bu kitabın sayfaları arasında Gorki’nin usta kalemiyle yazılmış ve sizin, kendilerini okumanızı bekliyorlar.

Okuyun dostlar, okuyun. “Yaşam, her vakit bulanık ve ağır ağır akan, çamurlu bir ırmak gibi hiçbir değişikliğe uğramaksızın geçip gitmeyi…” sürdürmek istese de bu devinimi değiştirecek, “her şeyin çürük koktuğu bu bataklıkta” düşünceleriyle bu çevreye bahar kokuları saçacaklar bizleriz dostlarım. Okuyun! Keyifli okumalar.

Altını Çizdiğim Satırlar


Fabrika ve makineler; kaslardaki gücü sökmüş, kemirmiş; hissettirmeden bir günü daha çekip almıştır insan yaşamından.

Ama ne de olsa; her biri şu ya da bu biçimde başkalarından ayrık olduklarını bir nedenle göstermek isterlerdi.

Yaşam, her vakit bulanık ve ağır ağır akan, çamurlu bir ırmak gibi hiçbir değişikliğe uğramaksızın geçip gitmeyi dürdürüyordu eskiden beri.

Evladı karşısına geçmiş, yüzü, gözleri, konuşmalarıyla yüreğini yerinden oynatıyor; oğluyla gururlanmasına neden oluyordu; kendi yaşamını olanca çıplaklığıyla anlatabildiği için. Onun çektiği sıkıntıları, dertleri anlıyor ve onunla birlikte aynı üzüntüyü paylaşıyordu. Oysa genellikle analara acınmazdı.

Kişi salt kendi kıskançlıkları ve istekleri için yaşıyor çağımızda.

Karnı tok olanlar çoktur ama dürüstü yoktur! Biz şu içi geçmiş yaşamın bataklığı yüzünden geleceğin mutluluk ülkesine bir köprü kurmalıyız. Bizim görevimiz işte budur arkadaşlar!
Suçlu olan giysiyi diken değil, eteğini kaldıranlardır hemşire…

Bir bataklıkta her şey çürük kokar.

“Saatin sarkacı saniyeleri sanki aynı ölçüde budayarak açık seçik bir sesle tık tık vuruyordu. Ve her saniye, insan yaşamından bir parça daha koparıp götürüyordu.”

“Tuhaf bir duygu sürüngen bir hayvan gibi tüm gövdesine yayılarak özünü kaplıyor ve yüreğini bir mengene gibi içine alıyordu.”

Yaşamın kendisi de eskisi gibi değil artık; korku da başkalaştı, telaş içinde herkes. Yürek başkalaştı, ruh da açtı gözünü; Üzüntüyü de, sevinci de görüyor.

Bu düşünceler, insanların ceplerinde değil, kafalarında. Ne bite ne de pireye benzer düşünce dediğin. Sıçradığı zaman tutamaz, yürüdüğü zaman alıp ezemezsin parmaklarının arasında.
Kutsal tasvirlere bakarak kutsal olmaz kişi!

Çünkü tek başına değilim yeryüzünde. Bugün, birinin beni küçük düşürmesine göz yumar, zarar vermediğini düşünüp geçerim belki. Ancak yarın bende gücünü deneyen adam başkasının derisini yüzmeye kalkar.

Elenmemiş unun ekmeği ona göre olur!

Elbet, göbek büyüdükçe vicdan ve yürek küçülür…

Bu bir çocuk hastalığıdır kardeş, kızamık gibi… Bu hastalığı hepimiz geçiririz, güçlü olanlar daha hafif, güçsüz olanlar daha ağır. Yalnız bulunca, yaşam henüz tanımadığımız ve yerimizin neresi olduğunu seçemediğimiz bir yaşta saldırır bu hastalık bize.

Yaşam ata benzemez! Onu kırbaçla yola getiremezsin!

Yürekteki ışık puslu yanınca çok is tutar.

Yeryüzünde bunca kulun var, her biri de kendine göre dertli. Mutlular nerede, hani?

Bilirsiniz, bebeğin mamasına azar azar bakır karıştırılırsa, bakır kemiklerin büyümesini önler ve bebek cüce kalır. Ama insan altınla zehirlenecek olursa içi küçülür, körleşir, belirsizleşir ve beş para etmeyen lastik top gibi olur.

Biliyor musun Andrey? Çok gülen insanların yüreğinde keskin bir acı saklıdır…

“…yerleri ayaklarıyla dövüyor, havadan bir şeyler vaat ediyor, yine kimlikleri bilinmeyen kişilere gözdağı veriyordu”

Çocuklarımız bizim yargıçlarımızdır.

“Pencereden süzülen bir ışık demeti, önce onun omuz başları ve kafasını okşadıktan sonra piyanonun üstüne düşüp tuşları üzerinde yansımaktaydı.”

Anlayıp durduklarımı sözlerle anlatamadığımdan okuyorum.

“Güneş ışınları havada altın teller gibi asılıydı."

“Karşılıklı seslerin tonu netleşmişti.” (İlk kez sohbet eden kişiler.)

“Gecenin kendi dilince söylediği bir şarkısı vardı.”

Üzüntüm yalnızca beni ilgilendirir. Mutluluğumu ise izleyebilirsin. Yani üzüntü benim, mutluluk tümümüzün.

Halk uyansın bir kez. O zaman haksızlara nasıl cezalar vereceğini bir görsünler. Akacak kanlar, zamanında işçilerden emdikleri kandır. Kendi kanı olduğu için, istedikleri gibi döküp saçmaya hakkı var işçilerin.

Dönüşü olmayan bir yolda tek başına kalmış gibiydi.

Biraz düşünmeyi öğrenin ey insanlar… Rahatımız kaçacak diye bu denli korkmazdınız o zaman.
Evliliğin ne olduğunu bilmeden evcilik oynayan çocukların beceriksizliğine kaptırmıştı kendisini.
Her zaman iyi şeylerin olacağını düşünerek yaşamalıdır insan. Eğer bir şey beklenmiyorsa; ne önemi kalır yaşamanın?

Kentlerdeki kiliselerin içi tanrının hiç de işine yaramayan altınlarla doluyken, üstü başı yırtık pırtık dilenciler dolaşıyordu kilisenin dışında.

Hazreti İsa’yı betimleyen tablolar hakkında anlatılanlardan, O’nun yoksulların ve acizlerin dostu olduğunu biliyordu. İsa da yırtık pırtık gezerdi insanların arasında. Oysa yoksullar kiliseye gidip ondan avuntu aradığında karşılarına altın işlemeli giysiler giydirilmiş bambaşka tanrı oğulları çıkıyordu…

Yaşamın akışından öğreniyor insan anlamayı.

Kalbinin sesine uyabilmesi için koşması bile gerekiyordu hafiften.

İyi bir insan için yaşamak zor, ölmekse kolaydır… Peki, ben nasıl öleceğim?

“Dallardan dökülen sarı yaprakları kovalayan rüzgar, bekleşenlerin ayakları altından uçuşup duruyordu…”

“Sıkılı yumruklarının kanı çekilmiş, bembeyaz olmuştu kenetli elleri.”

Yarın, ona neler getireceği belli olmayan bir düş gibiydi eskiden.

“Tepeler, tarlalar, sanki bu puslu günde kendi kendileriyle yarışır gibi geçip gidiyordu peş peşe.”

Bilgisiz biri okuma yazma bilenden daha çabuk öğrenir, daha iyi bir şekilde öğrenir. Okumasını bilen, doymuştur okumaya zaten.

“Dipsiz bir karanlık, gözlerini dikmiş ona bakıyordu sanki.”

İnsanın değeri, kendine verdiği değerdir.

Kurt, it, domuz olmanı buyururlar sana, insan ol demezler. Yasaklanmıştır insan olmak bir kez.

Yaşam, tepeciklerle dolu kocaman bir tarlaydı sanki insanların kendisini işlemesini bekliyor, ürün olarak da özgürlük vereceğini söylüyordu. “Gerçeğin ve anlayışın tohumunu ekin bana, size bire yüz ürün vereceğim!” diyordu.

“Kendini tutabilmek için ellerini daha da derin sokuyordu cebine.”

Bu hayvanca yaşamda hayvanlaşıyor ister istemez insan.

İyi bir kavga, kötü bir barıştan iyidir.

“…duygularının kendini belli edip ihanet etmesinden korkuyordu.”

Hep bir ailenin bireylerindensiniz. Çünkü sizi bir tek ana doğurdu: Gerçek! Sizi doğuran gerçekti. Siz onun sayesinde yaşamaktasınız.

“İnsan kendisini tan yeri ağarırken, yüksek bir doruk üzerine çıkmış sanıyor.”

“Sağ elini paltosunun düğmeleri arasına ötekini ise cebine daldırmıştı. Bu nedenle sağ omzu, sol omzundan daha yüksek görünüyordu.”

Bu kadar çalıştık; ne gördük? Sefalet, açlık ve hastalıktan başka? Her şey bize karşı! Her gün biraz daha çok çalışmayla eziliyor, açlık ve soğuktan kırılıyor, çamur ve yalan çukuruna gömülüyoruz. Ve onlar, bizim döktüğümüz alın terinin ürünlerini, oturdukları yerde yiyip duruyorlar. Sadık köleler olalım diye, bizi bilgisizlik içinde bırakıyorlar. Bir şey bildiğimiz yok ve iliklerimize işlemiş korkaklık içinde sinip kalmışız. Yaşantımız bir gece, kapkaranlık bir gece! Doğru değil mi?

Kitaptaki Bilmediğim Kelimeler


Ablak: Yayvan ve dolgun yüz veya yüzü böyle olan (kimse).
Alık: Akılsız, sersem, budala, ebleh/Hayvan çulu/Eskimiş yiyecek.
Apak: Çok ak.
Belenmek: Kundaklanmak/Bulanmak, bulaşmak, örtülmek.
Belertmek: Gözlerini, akı çok görünecek biçimde açmak.
Bere: Vurma ve incitme sonucu vücudun herhangi bir yerinde oluşan çürük.
Bezenmek: Süslenmek.
Bolşeviklik: Rusya’da XX. Yüzyıl başlarında doğan ve Lenin tarafından geliştirilen komünist hareket. (Ru.)
Boylu boslu: Boylu poslu/Yakışıklı, gösterişli, uzun boylu.
Buhur: Dini törenlerde yakılan kokulu ağaç vb. maddeler, tütsü. (Ar.)
Burgaç: Anafor, girdap.
Çağıltı: Suyun, akarken taşlara, kayalara çarparak çıkardığı ses.
Çıkın: Bir beze sarılarak düğümlenmiş küçük bohça.
Çil yavrusu: Orman tavuğugillerden, eti için avlanan, ormanlarda yaşayan bir kuş, dağ tavuğu.
Çirkef: Pis ve bulanık su/İğrenç ve bulaşkan(kimse veya şey).
Çuha: Tüysüz ince, sık dokunmuş yün kumaş. (Far.)
Dalamak: (Köpek, kurt, sinek gibi ısırıcı-sokucu hayvanlar için)Dişlemek, ısırmak, sokmak.
Delege: Kendisine yetki verilerek bir yere veya birinin katına gönderilen kimse, elçi, murahhas. (Fr.)
Devşirmek: Bir araya getirmek, derlemek, toplamak/Katlamak, düzgün duruma getirmek.
Dirim: Yaşam, hayat.
Eğleşmek: Oyalanmak, eğlenmek, tevakkuf etmek/Bir yerde oturmak, yaşamak, ikamet etmek.
Erinç: Hiçbir eksiği, hiçbir üzüntüsü ve acısı olmama durumu, dirlik, rahat, huzur.
Esrik: Esrimiş, sarhoş, mest, sermest.
Evcimen: Evine, ailesine çok bağlı(kimse)/Ev işlerini iyi bilen, becerikli(kadın).
Fitil gibi: Çok sarhoş. (Fitil yağı çok iyi emen bir madde.) (Ar.)
Hafiye: Özel soruşturmalarla edindiği bilgileri ilgililere ileten kimse, dedektif. (Ar.)
Haşmet: Görkem.
İkirciklenmek: İşkillenmek/Kararsız olmak.
İlenmek: Bir kimse için kötü dilekte bulunmak, beddua etmek.
Kanı: İnanılan düşünce, kanaat.
Karyola: Üzerine yatak yapılıp yatılan tahta veya metal kerevet. (İt.)
Kerevet: Üzerine şilte serilerek yatmaya veya oturmaya yarayan, tahtadan seki, sedir. (Yu.)
Kompartıman: Yolcu trenlerinde vagonların bölmelerle ayrılmış bölümlerinden her biri. (Fr.)
Köhne: Eskiyip yıpranmış, bakımsız kalmış, çağ dışı, geride kalmış. (Fa.)
Kurum: Ocak bacalarında biriken veya çevrede savrulan kalın is.
Mahmuz: Çizmenin veya potinin arkasına takılan ve binek hayvanlarını dürtüp hızlandırmaya yarayan demir veya çelik parça. (Ar.)
Maşrapa: Metal, toprak vb. den yapılmış ağzı açık, kulplu bardağa benzeyen, küçük kap. (Ar.)
Meses: Hayvanları dürtmekte kullanılan, ucu demirli değnek, üvendire. (Ar.)
Mihrap: Cami, mescit gibi yerlerde Kabe yönünü gösteren duvarda bulunan ve imama ayrılmış olan oyuk veya girintili yer/Umut bağlanan yer. (Ar.)
Nalbant: Hayvanları nallayan kimse. (Ar.)
Ökçe: Ayakkabı altının topuğa rastlayan yüksek bölümü/Topuğun arka bölümü.
Örselenmek: Yıpratmak, eskitmek, hırpalamak, zedelemek.
Öykü: Ayrıntılarıyla anlatılan olay/Hikaye.
Potin: Ayak bileğini örtecek kadar uzun olan, bağcıklı veya yan tarafı lastiklik ayakkabı, fotin. (Fr.)
Proleter: Çalışan, emekçi (Fr.)
Sarsak: Yaşlılık, hastalık gibi sebeplerle güçsüz kalarak vücudu titrer gibi sarsılan.
Sayrı: Hasta.
Sedir: Kol koyacak yeri olmayan, arkalıksız, üstü minderli ve yastıklı olabilen kerevet, divan. (Ar.)
Semirmek: Besili, yağlı bir duruma gelmek, semizlemek, şişmanlamak.
Semiz: Şişman
Sofa: Evlerde oda kapılarının açıldığı genişçe yer, hol. (Ar.)
Şavk: Işık. (Ar.)
Şose: Genellikle taş kırıkları üzerine kum döşenip silindir geçirilerek yapılan yol. (Fr.)
Tafra: Kendisini olduğundan büyük gösterip böbürlenme, yüksekten atma. (Ar.)
Tekmil: Tamamlama, bitirme/Bütün, tüm/Eksiksiz. (Ar.)
Tezkere: Pusula/Bir iş için izin verildiğini bildiren resmi kağıt/Askerlik görevinin bittiğini bildiren belge/Divan şairlerinin hayatını ve şiirlerini genellikle sübjektif bir bakış açısıyla değerlendiren eser. (Ar.)
Tumturak: Gösteriş, debdebe/Gerekli olmadığı halde kulağa hoş gelen, gösterişli kelimeler kullanma. (Fa.)
Varsıl:
 Parası, malı çok olan zengin, yoksul karşıtı.
Verst: Bir Rus uzunluk ölçü birimi, yaklaşık 1 kilometre.
Yadsımak: İnkar etmek.
Yalaz: Alev.
Yalım: Alev/Kılıç, bıçak gibi kesici araçların keskin yüzü.
Yayvan: Eni, boyundan ve derinliğinden çok olan; basık ve geniş.
Yekinmek: Davranmak, olduğu yerden fırlamak, ayağa kalkmak, hareket etmek, kımıldamak.
Yortu: Hristiyan bayramı. (Yu.)
Zangoç: Kilise hizmetini gören ve çan çalan kimse. (Erm.)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder