Kategoriler

12 Kasım 2017 Pazar

Soner Yalçın - Galat-ı Meşhur

Galat-ı Meşhur

Kitap Hakkındaki Düşüncelerim

Bu eser “meşhur hataların” doğru bilinen yanlışların ve bilinmesi gereken doğruların yazılı olduğu eserdir. Ortadoğu’da, Türkiye’de dönen olayların kişiler üzerinden değil, ancak ekonomik unsurlar üzerinden değerlendirilmesiyle ortaya çıkarılacak gerçekliklerin yazılı olduğu eserdir.

Eserde Ermeni Soykırımı yalanını, Suriye karşıtı ülkelerin icraatlarını, Türkiye içerisindeki kendilerini milliyetçi olarak nitelendirilen güruhun nasıl dış kuvvetler tarafından yönlendirilerek kullanıldığını, Kemal Kılıçdaroğlu’nun ne gibi yanlışlar yaptığını, çatı adayı Ekmeleddin’in aslında kim olduğunu, günümüz yanlışlarını yapanların benzerlerinin ve başlarına nelerin geldiğini, Türkiye’nin GAP projesinde nasıl milyonlarca Lira zarar ettirildiğini, Türkiye'ye zarar veren her kim varsa verdikleri zarar oranında ödüllendirildiklerini, Türkiye içerisinde görev almış hangi ajanların ne yaptığını ve bu kişiler üzerinden Türkiye'de hangi oyunların, nasıl oynandığını okuyabileceksiniz.

Kitapla ilgili bir fikriniz olması açısından önemli addettiğim, altını çizdiğim cümlelerin arasından seçimler yaparak(çünkü çok fazla önemli metin var) “altını çizdiğim satırları” alt başlığında paylaştım. Okumanızı şiddetle öneriyorum. Bırakın geçmişi, yakın tarihini bilemeyen hiçbir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, gelecekte ne yapacağını bilemez ve “kandırılıp” durur.

Kitabı ücretsiz olarak çevrim içi(PDF) okuyabilmek için Tıklayınız.

Altını Çizdiğim Satırlar


Nasyonal “Sosyalist” Alman İşçi Partisi. Hitler, Almanya’da esen “sosyalist” rüzgârdan etkilenen insanları partisine kazanmak için bu adı özellikle seçti. Tıpkı AKP’nin “adalet” adını kullanması gibi.


Adında “milliyetçi” kavramı bulunan parti, bugüne kadar, ulusal pazarını korumak için ne “hareket” yaptı?

Örneğin… Özelleştirme adı altında ülkenin değerleri peşkeş çekilirken hiç sesini duydunuz mu?

Oysa milliyetçiliğin terminolojik anlamı net: “Ulusal pazarını/piyasanı korumak.


Halkçı olmayan; ne milliyetçidir, ne solcu…


İnsanlık tarihinde büyük dönüşümler sandıkla olmamıştır. İnsanlık tarihinde büyük dönüşümler yozlaşmış meclislere karşı durularak gerçekleşmiştir.


Demokrasi amaç değildir. Demokrasi araçtır. Temel amaç özgürlüklerdir.
Demokrasi, nihai hedef değildir; sadece özgürleşmenin aracıdır. Nihai hedef, özgürlüktür.

Bizim gibi ülkelerde “araç” kitlelere, “amaç” diye yutturuluyor.
Kimi darbe özgürlükleri getiriyor; kimi sandık özgürlükleri yok ediyor.
Mesele siyasal sistemin biçimine değil, özüne bakmak; hangisi özgürlük sağlıyor?

Demokrasi sandık fetişizmine dönüştürüldü ve bu Türkiye’yi gericileştirdi.


Dış yüzeyleriyle/imajlarıyla yaşayan içi boş insanlar dönemindeyiz. Her şeyden az bilen insanlar dönemindeyiz.
  

Otoriter diktatörlükte meclis dekoratiftir

Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini, İspanya’da Franko, Portekiz’de Salazar, Yunanistan’da Metaxas, Yugoslavya’da Dragas Cuetovic gibi faşistlere “Milli irade desteklemiştir,” diye saygı mı duyacağız? Böyle halk egemenliği olur mu?

Günümüzü geçmişle ve şahıslarla karşılaştırın.


Kimse görmüyor mu; cahillik etrafımızı sarmış durumda!
Şu meydanın haline bakın…
Edebiyatın, sinemanın, müziğin haline bakın…
Nereye baksanız vasatlık, kalitesizlik, bayağılık…


William de Kooning,
Soyut ekspresyonist kadın serisi tabloları meşhurdur. “Amerikalıların %70’i aptal,” demiş.


Günter Grass,
Teneke Trampet eseri ile Nobel ödülü almıştır. “Almanların %80’i aptal,” demiş.


Aziz Nesin,
“Türk halkının %60’ı aptaldır,” dedi ama %92 demek istedi, dili varmadı. Çünkü 82 Referandumu’na %92 oy veren bir halk vardı(Kenan Evren’e).


Bazen; soru, aslında yanıttır.


Eleştirmek ile şikâyet etmek arasında fark vardır. Eleştireceğiz ama bunu, arayıp bularak yarını inşa etmek için yapacağız.


Çığlıkta ahenk aranmaz.


İnsan; söylediği değil, yaptığı şeydir.


Bilgilenmenin, kültürün, öğrenmenin, aydınlanmanın gerçek silah/savaş olduğunun farkına varılmalı.


Ruzi Nazar,
Liseden sonra Komünist Parti’de yer alıp Kızıl Ordu’ya katıldı, Nazi Almanya’sına esir düştü. Anti-komünist oldu, CIA ajanı oldu, Türkiye’de 11 yıl görev yaptı.

Türk milliyetçiliğinin esaslarını kökten değiştirerek, milliyetçileri anti-komünist çizgiye getirerek kardeşi kardeşe kırdıran darbe planlayıcısı oldu.

Yine bu adam, Afganistan’daki CIA operasyonunun kilit adamı…

Sovyetler Birliği Dağıldıktan sonra CIA’nın Türki Cumhuriyetlere hakimiyet için kullandığı en değerli eleman.

98 yaşında 30 Nisan 2015’te öldü. Fethiye/Foça’da mahallesindeki Alevi mezarlığına oğlu tarafından gizlice gömüldü. Cenaze törenine aile dostları olan Alparslan Türkeş’in çocukları hatta kızı Sylvia(Zülfiye) Nazar bile çağırılmadı.

Peki ya kimdir Sylvia Nazar?

Nobel ödüllü matematikçi John Nash’in hayatını yazdığı kitap, filme uyarlanmış, Oscar kazanmış ve ülkemizde “Akıl Oyunları” adıyla gösterilmişti. Keza “gazeteci” de olan Sylvia Nazar, bu kitabıyla dünyanın en önemli gazetecilik ödüllerinden Pulitzer’e aday gösterilmişti.


Murat Bayrak bilmecesi çözülmeden, 12 Eylül öncesi ve sonrası anlaşılamaz.
-Uğur Mumcu.

Murat Bayrak,
13. SS Waffen Dağ Tümeni’nde görev yaptı. Sosyalistlerle mücadele etti.
Naziler kaybedip de Yugoslavya sosyalist olunca Türkiye’ye kaçtı. Yugoslavya’da kalsa kurşuna dizilecek olan Bayrak, nasıldır bilinmez Türkiye’de kısa sürede tül fabrikası sahibi olacak kadar zenginliğe kavuştu!

60’lı yılların sonunda “ülkücü komandoları” finanse edenlerden biriydi.
1973 seçimlerinde Adalet Partisi’nden Çanakkale Milletvekili Adayı oldu.
Bayrak, camilere tül yardımı yaparak milletvekili seçildi.

Ne diyor çokbilmişler: “12 Eylül, terörü bitirmek için yapıldı!”
Terörü yaratan onlardı oysa!


İkiz Sözleşmeler:
Türkiye’nin, ayrı devlet kurma hakkı dâhil azınlık haklarının tanınması,
Devlet Bahçeli’nin özerkliğe çok sert çıkışıp; 99 yılında AB’ye girebilmek için azınlıkların özerklik kazanabileceği yasaları meclisten 5 günde geçirtmesi.


Devlet Bahçeli’nin ve yeğenlerinin Ermeni, kütüğündeki akrabaların Hristiyan olması.


İsmail Hakkı Olcay Ünver,
ODTÜ’den 1979da inşaat mühendisi olarak mezun oldu. Ankara Belediyesinde kanalizasyon inşaatında çalışırken, ODTÜ’de master yaptı.

NATO bursuyla ABD’ye gidip Teksas Üniversitesinde doktora yaptı. Su uzmanı oldu! Bir devlet kurumu olan aşağı Colorado Nehri Kurumu’nda çalıştı. Abdde faaliyet alanı sulama olan Irrısco şirketine danışmanlık yaptı.

Türkiyeye dönünce Güneydoğu Anadolu Projesinin(GAP) başına getirildi. GAP’ta yanlış sulama yapıp BM’nin Dünya Su Değerlendirme Programı(WWAP) koordinatörlüğüne getirildi.


Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp,
GAP projesinin AB-İsrail ve ABD tarafından engellendiğini görüp durumu düzeltmek için yasalar çıkartmaya çalışıp -tek desteği Bülent Ecevit’ten aldı- Koalisyon zamanı kurulan Bakanlar Kurulu tarafından engellenmesi sonucu MHP’den “Yapmak istediğim her şey Bakanlar Kurulu’nda engellendi,” diyerek istifa etti.


Asıl hükmü yargı değil, tarih verir!


Bu ülkede “organik yapı” var; isimler değişse de koltuklarda aslında hep aynı isimler oturuyor.


Ekmeleddin kimdir?
Vehhabiliği benimsemiş Muhammet bin Suud’un oğlu Abdulaziz bin Muhammet babasının ölümü ardından, babasının bıraktığı yerden, eniştesi Abdülvehhab ile birlikte Osmanlı’ya karşı savaşa devam etti.(Osmanlı-Rusya Savaşı zamanları)
Topraklarını Kuveyt’in doğusundan Umman sınırına kadar genişletti; Şam, Bağdat sınırına kadar dayandı. 13 Mayıs 1802’de Kerbela’yı ele geçirip Hz.Hüseyin’in türbesini yağmaladılar. İki bin Şii’yi katlettiler. Abdülaziz, 4 Ekim 1805’te Kerbela’nın intikamını almak isteyen bir Şii tarafından öldürüldü.

Öldürülen babası yerine geçen Abdullah bin Suud ve dört oğlu yakalanarak İstanbul’a gönderildi. Şeyhülislamın fetvasıyla başları kesilerek Boğaz’ın sılarına atıldı. İstanbul’da üç gün bayram yapıldı.

19.YY başlarında bitirilen Vehhabi-Suudi hareketi, 19.YY sonlarında yeniden diriltildi ve bunu yapan İngilizlerdi.

Abdülaziz el-Suud Osmanlı’dan Kuveyt sürgünündeyken toprak satın aldı. Yurduna geri döndü! Sonra İngilizlerle anlaşarak Osmanlı ordusuna savaş açtı.
Sonuçta… Suudi Arabistan Krallığı kuruldu. Başkenti ilk ele geçirdikleri Riyad oldu.

İslam Kalkınma Bankası’nda görev yapan Abdullah Gül, Ekmeleddin’i önerdi.

Ekmeleddin 10 yıl İslam Konferansı Örgütü(İKÖ) Genel Sekreterliği yaptı. İKÖ, Suudi Arabistan kontrolünde dolayısıyla Amerika gölgesindedir.

Türkiye neden İKÖ’ye üye olamadı, çünkü anayasamızın ilk 3 maddesi buna engeldi! Türkiye Cumhuriyeti; laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletiydi.

12 Eylül darbesi ülkeyi dincileştirdi. Kenan Evren, 1984’te İKÖ başkan yardımcılığına, İslam İşbirliği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi(İSEDAK) başkanlığına getirildi.

İstanbul’da İKÖ’nün yeni kuruluşu olan, İKÖ’ye bağlı “İslam Tarihi ve Kültürü Araştırma Merkezi” kuruldu. Anayasaya aykırı olmasına rağmen bu kurumun kurulmasını sağlayan kişi Ekmeleddin idi.

Ekmeleddin’in babası Mehmet İhsan Efendi TBMM 1. Dönem milletvekili iken Çapanoğlu ayaklanmasında rolü olduğu ortaya çıkınca görevinden atıldı. Mısır’a kaçan Mehmet İhsan Efendi, Kılıçdaroğlu’nun “akıl hocası” Taha Akyol’un amcasıydı.

Ekmel de Abdullah Gül gibi Exeter Üniversitesi’nde bulundu.


Kılıçdaroğlu neye karşıydı?
Salt bir Erdoğan’a mı, yoksa uyguladığı siyasi, ekonomik, kültürel politikalarına mı? “Erdoğan gitsin ve politikaları devam etsin,” diyorsa, evet adayı Ekmel Bey doğru seçimdi!


Akıl fukara olunca, fikir ukala olur.


Kendisi için özgür düşünen, yeryüzündeki bütün özgürlükleri onurlandırmış olur.


İstatistik, cehaletin matematiksel teorisidir.


Olayları, ekonomik temelli düşünceyle anlama-analiz etme yöntemi solculukla özdeşleştirildiği için, iki sakallı(Marks ve Engels) bizim üniversitelerimize hiç sokulmadı.


Paris Saldırısı
Bugün 22 Afrika ülkesinin resmi dili Fransızca!

Ayrıca resmi dili olmayıp da idari dilde Fransızca kullanan Cezayir, Fas, Tunus gibi ülkeler var. Fransa’nın eski sömürgesi olan 14 Afrika ülkesinden hala “koloni vergisi” aldığını biliyor muydunuz?

Bu ülkelerin yıllık gelirinin yüzde 85’i her yıl Fransa Merkez Bankası’nda toplanıyor. Kalan yüzde 15’i ile ekonomisini yürütmeye çalışan bu 14 Afrika ülkesi, mali sıkıntı yaşadıkları taktirde, Fransa Merkez Bankası’na yatırdıkları kendi paralarını borç olarak alıyor! Bu da kısıtlı; Fransa’ya verdikleri paradan en fazla yüzde 20 oranında borç alabiliyorlar.

Fransa, kırmızı bültenle aranan Zübeyir Aydan adlı PKK mensubunu Paris saldırısından bir gün önce Ulusal Mecliste ağırladı.


ABD dışişleri Bakanlığı ve İngiltere hükümeti 2013-2014 yılında Beşar Esad yönetimine karşı savaşan Özgür Suriye Ordusu’na(ÖSO) birçok Toyota marka araç tahsis etti.(Kamyonet, neredeyse her Suriye çatışma videosunda görebilirsiniz.)


Ortadoğu satranç tahtasıdır. Tek bir hamleye bakarak oyunu okuyamazsınız; birçok hamleyi görmek zorundasınız.


Mezhep çatışması denilen iktidar/hakimiyet, ekonomik paylaşım kavgasıdır.


Beşar Esad, sünni düşmanı değildir, çünkü bir sünni olan Esma ile evli.


William L. Laurence,
Gazetecilik Pulitzer ödülünü ABD’nin Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombalarının(küçük ve büyük adam) radyoaktif madde yüklü olmadığını söyleyerek kazanmıştır.


Ahmet Altan,
Askeri sistemi neredeyse Suudi Arabistan’daki gibi yapıp Türk ordusunu ABD’nin kucağına oturtmak niyetindeki casus köpeğin tekidir.


Hrant Dink,
Fransa’da çıkartılacak “soykırım yasasına” karşı çıktı.

Örneğin, soykırım reddini cezalandıran yasa için “saçmalık,” dedi.

Hrant Dink, Anti-Emperyalistti.

Hrant Dink, Malatya’da yaptığı konuşmada şöyle diyordu: “Geçmişte İngilizlerin, Fransızların, Rusların, Almanların şu topraklar üzerinde oynamış oldukları oyunu ne ise bugün aynen tekrarlanıyor. Geçmişte Ermeniler onlara güvendi; kendilerini Osmanlı’dan ayıracaklarını sandılar ama yanıldılar.

Çünkü onlar geldiler, kendi hesaplarını yaptılar, çekip gittiler. Bu topraklarda kardeşi kardeşle kan içinde bıraktılar. Bugün Kürtlerin yaşadığı aynı şey; Amerika geldi, Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti oluşturmak üzere…

Amerika bu; gelir, kendi hesabını yapar, işini yapar ve iş bittiğinde çeker gider. Ondan sonra da burada tekrar insanları kendi didişmesi içinde bırakır.


Onlara göre her şey satılabilirdi, yeter ki alıcısı olsun! Satışa önce kendilerinden başladılar.


Yaşamdaki en büyük sanat; insanın kendi olarak kalabilmesidir.

Ermeni Soykırımı 
Ermeniler ile Türkler arasındaki ilişki 1971’de Malazgirt Savaşı’yla başladı. Ermenileri, Bizans zulmünden Türkler kurtardı. Melikşah, Ermeni kralı Kivrike’nin kızıyla evlendi.


Savaş zamanında tehcir edilen 428 bin 759 Ermeni’den 56 bin 610’u iskân bölgesine ulaşamadı. Bunlardan sayısı 25 ile 30 bin arasında olan Ermeniler tifo, dizanteri gibi hastalıklardan; 5 bin Ermeni Dersim bölgesinde öldü. 

Katledilenlerin toplam sayısı 9-10 bindi; 1 milyon, 1,5 milyon değil.

Rus Kafkas ordusuna katılan Ermenilerin oluşturduğu ve başlarında Andronik adlı komutan olan lejyon(birlik) Tatvan’da 28 Türk çocuğunu öldürmüş ve kesintisiz olarak tecavüz vakaları gerçekleştirmişlerdir.(Erzulumlu Karekin Pastırmacıyan’ın yazdıklarına göre.)

Çanakkale cephesinde savaş sürerken yaklaşık 4500 adet ateşli silah Hançak ve Taşnak komiteleri kapatılırken yapılan baskınlarda ele geçirildi.

Bu Komitelerdeki şahıslar öldürülmedi, daha sonra yargılanmak üzere Anadolu’ya gönderildiler. Amaçları belliydi; Çanakkale geçilseydi isyana başlayacaklardı.

Oysaki Osmanlı 1826 Yunan isyanından sonra Ermenilere Millet-i Sadıka demişti.

Rus-Kafkas ordusunun askeri mahkemelerinde birçok Ermeni çeteci, Müslüman nüfusa yönelik katliam ve yağmak yapmak suçundan yargılanıp idama mahkum edildi.

Başka bir devlet olsaydı tehcirden başka ne yapardı?

İngilizler, düşmana katılmayı düşünmeyen, sadece geçmişteki bağımsızlığını geri talep eden İrlanda’yı bile daha dün ateş ve kanla dize getirdi.
Gerçekler ortadayken hala soykırım diyorlar.


Fransa’da “Yahudilere Ölüm!” anlamına gelen “Mort Aux Juifs” adlı bir köy bulunmakta.


Agap Bey, 1934’te Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadını öneren kişidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder