Kategoriler

22 Haziran 2025 Pazar

Jack London - Martin Eden

 


Yazar: Jack LONDON
Yıl     : 1909


        Martin, bıçkın delikanlı. Kavganın haklı olan tarafı. O başlattı, dedi bana: Hayat! "Daha küçük bir çocuktum, ilk yumruğu o attı. Ardımda bir kalabalığın gürültü cümbüşü vardı, ancak tek başıma dövüşüyordum." Gülümsedi, ahvalini anlatacağı alıntıyı söylemeden önce. Bir yerde okumuş: "Krala diz çökmezdim, prensesi hesaba katmamışım."

        Çok yenilmişti ama sonu elbet zaferle bitenlere yenilgi denir miydi ki? Çukurlarla yüzündeki ve yaralarla ellerindeki, en hayat dolu o gülermiş, öyle söyledi; köşeli şapkasından, dörtgen kesimli pantolonundan onu ayırt edenler.

        Toplumunun içindeyken ve bilmezken eksikliklerini, mutluydu; hem bilmek mutsuzluk değil miydi sanki?

        Her şeyin sahibiyim ben aslında, diye böbürlenirken her şey aynı mıydı yoksa her şeyin düşmanı mı olmuştu; hiçbir şeyin değişmediğini sanıp...

        Bir roman nereden baksanız toylukları kaldıran, okumaya başlayınca seyredip dinlediğiniz ne varsa kaybedip ortadan tozunu attıran. Düşsüz uykulardan muzdaripseniz rüyalar canlandıran bir roman.

        Garip ki ilk okuduğum kitabın yazarı London, beyaz düşlerimi dişlediğim bir dönemde bence en nadide eseriyle ve yaşadığım değişimleri hissettirmesiyle çıkageldi bana.

        Ölümsüz olmak nasıl bir duygudur ki acaba?

        40 yaşında göçen bir adama milenyumdan saygılı satırlarımla: Çok yaşa!

Altını Çizdiğim Satırlar


        Sigarasını yaktı, iyi geceler dedi ve yürüyüp gitti. "Gel de şaşırma," dedi fısıldarcasına. "Aynasıza bak, sarhoş sandı beni iyi mi?" Kendi kendine gülümsedi ve derin düşüncelere daldı. "Gerçi öyleydim," dedi ve peşinden ekledi: "Bir kadının yüzüne bakıp sarhoş olacağımı hiç sanmazdım."


        Sadece onu düşünmek bile Martin Eden'ı yüceltiyor, saflaştırıyor, daha iyi biri haline getiriyor ve daha da iyi olmak istemesine yol açıyordu. Onun için yeni bir şeydir bu. Kendisini daha iyi biri haline getiren kadınlar tanımamıştı daha önce. Tersine, onu canavarlaştırırdı kadınlar.
        Kadınlar ona hiç rahat vermezlerdi, ama Martin onları hiç dert etmez ve kendisi sayesinde daha iyi insan olabilecek kadınların var olduğunu aklına getirmezdi.


        "Sen daha bana ismini söylemedin ki," diye terslendi kız.
        "Sormadın ki," derken gülümsedi Martin. "Hem ilk tahmininde bildin adım Bill işte."
        "Ya, ya, doğrudur, doğrudur." Sonra tutkulu ve davetkar gözlerle Martin'in gözlerinin içine baktı. "Nedir adın hakkaten?" 
        Sonra tekrar baktı. Kadınlar yüzyıllardır cinsellik denilen şey başladığı andan itibaren gözleriyle konuşurlardı. Martin kayıtsızca kızı tarttı; biliyordu ki şu anda bu kadar cesur olan gözlerin sahibi, eğer kendisi üzerine giderse, cilveli ve mahcup bir edayla geri çekilecek, kendisi geri çekilirse bu kez aynı oyuna tekrar başvuracaktı.


        "Bilgi, bana bir harita odası gibi geliyor. Kütüphaneye her gidişimde bunu düşünür etkilenirim. Öğretmenlerin rolü, çocuklara harita odasının içinde ne olduğunu sistemli biçimde öğretmek. Öğretmen, harita odasındaki rehberdir, hepsi o. O bilgiler onların kafalarının içinde değil. İcat eden, yaratan onlar değil. Her şey o harita odasında. Öğretmenler harita odasından nasıl yararlanacaklarını bilir. Onların işi, normalde orada kaybolabilecek kişilere yol göstermektir. Halbuki ben kolay kaybolmam. Yön bulma yeteneğim kuvvetlidir. Bilirsiniz bir filonun hızı en yavaş geminin hızı kadardır. Öğretmenlerin de hızı böyledir. En yavaş öğrencilerinin hızında öğretmeleri gerekir. Bense öğretmenlerin sınıf ortalamasına göre belirlediği hızdan çok daha hızlı gidebilirim. 
        " 'En hızlı giden, yalnız gidendir,' " dedi Ruth. 


        Öfke ve incinme, o an bulunduğu yerin çok altındaydı. Muhteşem bir görüm yaşıyor, kendini bir tür tanrı gibi hissediyor ve şu böcek adam için ancak derin ve korkunç bir acıma duyabiliyordu. 


        Cennetteki azizler saflıktan ve güzellikten ayrılabilir miydi? Onların anlatılacak bir yanı yoktu. Ama ya çamurdaki azizler; işte asıl ebedi harikalar onlardı. Hayatı yaşamaya asıl değer kılan, onlardı. Adaletsizliğin, kötülüğün çirkefinden yükselen ahlaki görkemi fark etmek; kendinden uzaklaşarak çamurlu gözlerdeki zor fark edilen ve uzak güzelliği yakalamak; bütün o zayıflığın, irade zaafının ve ahlaksızlığın içinden, tüm o cehennemi, vahşiliğin arasından yükselen gücü, hakikatı ve yüce manevi donanımı görmek...


        Eli ve kafası durmadan çalışan zeki bir makine, mevcudiyeti o zekanın varlığına armağan olmuş bir insandı.


        Sürekli eskilerin yerin yeni listeler geliyordu. Okumalarında rastladığı, bilmediği veya kısmen bildiği her kelime bir kenara not alınıyor, sonra da yeteri kadar birikince daktilo edilip aynanın kenarına veya duvara iğneleniyordu. Hatta cebinde de liste taşıyor ve sokakta bulduğu boş vakitlerde kasapta veya bakkalda sıra beklerken gözden geçiriyordu.


        Zaten Martin bir adamın neden işinden bahsetmemesi gerektiğini bir türlü anlamamıştı.
        Haftalar önce "İşten bahsetmeye bu şekilde karşı çıkmak saçma ve haksız," demişti Ruth'a. "İçlerindeki en iyi şeyi birbirlerine vermeyeceklerse erkekler ve kadınlar hayatta niye bir araya gelir ki? İçlerindeki en iyi şeyse ilgilendikleri, geçimlerini sağladıkları, gece gündüz çalıştıkları, rüyalarında bile görüp iyice uzmanlaştıkları şeydir. Mesela bay Butler'ın görgü kurallarının gerektirdiğini yapıp Paul Verlaine veya Alman tiyatrosu ya da D'Annunzio romanları üzerine fikirlerini beyan ettiğini düşün. Sıkıntıdan patlardık. Kendi adıma, bay Butler'ı dinlemem gerekse, kanunlar hakkında konuşurken dinlemek isterim. Ondaki en iyi şey bu ve hayat o kadar kısa ki tanıştığım her erkek ve kadından en iyi şeyi almak isterim."


        "...bir insanın düşüncelerini alıp, allayıp pulladıktan sonra yine ona sunarak istediğiniz kişiyi kandırabilirsiniz."


        ...kendi küçük hayatlarını dar kafalı küçük formüllere göre yaşayanları, bir araya toplaşmış sürüler dışında var olamayan varlıkları, yaşamlarını başkalarının düşüncelerine göre kalıplara sokanları, kölesi oldukları çocuksu kurallar nedeniyle gerçekten yaşamayı ve birey olmayı beceremeyenleri düşününce bir iki kez acı kahkahalara boğuldu.


        ...çağrılmayan ve beklenmeyen son bir tanesi daha geldi. Dar kenarlı şapkası, kare kesimli kruvaze paltosu ve kasıla kasıla yürüyüşle bir zamanlar kendisi olan genç kabadayı.
        "Sen de ötekiler gibiydin, genç," diye dudak büktü ona. "Senin de ahlakın, bilgin tıpkı onlarınki gibiydi. Kendi adına düşünüp, kendin gibi davranmıyordun. Senin de fikirlerin, tıpkı giysilerin gibi başkaları tarafından üretilmiş; eylemlerini toplumsal onay biçimlendirmişti. Sen çetenin reisiydin, çünkü diğerleri senin gerçek olduğunu ilan etmişti. Çetenin başına geçmek için dövüştün ve geçtin, ama kendin istediğin için yapmadın bunu, hatta tersine nefret ettiğini sen de bilirsin, diğer çocuklar omzunu sıvazlasın diye yaptın. Peynir Surat'ı paraladın, çünkü ona boyun eğemezdin.


        İstediğim tek şey sensin; yemekten, giysiden, şöhretten çok daha fazla açım sana. Bütün hayalim, başımı göğsüne yaslayıp ebediyete kadar uyumak ve bir yıl geçmeden bu hayal gerçek olacak.


        "Sen de beni seviyorsun. Peki beni neden seviyorsun? Bende beni yazmaya zorlayan şey neyse, seni bana çeken de o. beni seviyorsun, çünkü tanıdığın ve sevebileceğin herkesten farklıyım. Masabaşı işleri için, muhasebecide çalışmak için, küçük iş meseleleri üzerinde didişmek, mahkemelerde tartışmak için yaratılmadım ben. Bana böyle şeyler yaptırır, beni diğer adamlara benzetir, onların işlerine sokar, onların soluduğu havayı solutur, onların bakış açılarını kafama yerleştirirsen, işte bu farklılığı, beni, sevdiğin şeyi yok etmiş olursun.


        "En ağır silleleri vursa da kader,
        Ezilir belki ama eğilmez başım."


        Başarı, keyif aldığın şeyi yapmak değil, onu yaparken haz duymaktır. 


        "Aynen öyle, yüreksiz. Saçma sapan laflarla kafalarına sokulmuş o küçük ahlaklarıyla lak lak konuşur, ama yaşamaktan korkarlar. Seni seveceklerdir Martin, ama kendi küçük ahlaklarını daha çok seveceklerdir. Senin istediğinse bütün görkemiyle hayata teslim oluştur, büyük ve özgür ruhlardır, alev alev yanan kelebeklerdir, o küçük gri güveler değil.


        Nezaketlerini her zaman koruyamayacak kadar içtendiler...


        Fosilin tek kemiğinden koskoca bir iskelet kuran paleontologlar gibi o da tek bir devrim sözcüğünden koca bir konuşma oluşturabilirdi.


        ...ihtirastan titreyen sesler ve havaya kaldırılmış sıkılı yumruklar.


        Okurken, eski günlerdeki gibi eli kendiliğinden cebine gitti, tütün ve esmer sigara kağıdı aradı. Cebinin boş olup olmadığının, elinin tütüne ve kağıda ulaşıp ulaşmadığının farkında değildi.


        Köleler, kendi köleliklerine saplantıyla bağlıydı. İş, önünde secde edip tapındıkları altın putuydu onların.


        Martin'in doğasında eksiksizliğe yönelik zorlayıcı bir dürtü ve önünde eksik kalmış bir şey vardı. Zaten o da başka bir şey tamama ersin diye ertelenmişti.


        Hayaletlerin ölmüş ama öldüğünü fark etmemiş insanların ruhları olduğunu duyduğunu hatırlayınca, öldü de bundan haberi mi olmadı diye anlamak için bir an çalışmasını kesti.


        Kendini akıntıya bırakıp sürüklenmek, en azından hareket etmek, hayatta kalmak demekti ki içini acıtan şey de zaten buydu: Yaşamak.


        Herkes Martin'i tekrar görmekten memnun olmuştu. Hiçbir kitabı yayımlanmamıştı; onların nazarındaki değeri edebi, yani hayal ürünü değildi. O olduğu için seviyorlardı onu.


        Martin onu bağırmadan konuşabilecekleri bir yere götürdü.


Anlamını Bilmediğim Kelimeler


Daha sonra eklenecektir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder