Kategoriler

27 Şubat 2019 Çarşamba

Grigory Petrov - Beyaz Zambaklar Ülkesinde



Yazar: Grigory Spiridonoviç Petrov
Antik Dünya Klasikleri


Kitap Hakkındaki Düşüncelerim



Günümüz Finlandiya’sının refah düzeyinden neredeyse hepimiz haberdarız. Peki, ama bu seviyeye nasıl erişebildiler, hem de bebekleri hastalanan ailelere gönderilen doktorlara, aileler: “Bebeğimizi tedavi etmeyin, en azından bir boğaz daha eksilir,” diyorlarken?

Düşünün ki bir ülke yıllarca komşusu tarafından işgal altında; tüm memuriyetler, askeri komuta makamları, hukuk makamları ve dahası İsveçli ailelerin bir baltaya sap olamamış zevk ile sefa peşindeki beceriksiz çocuklarının yönetiminde. Bir devlet nasıl tüm karar, yönetim ve savunma mercileri işgal altındayken bugünlere gelebilir? Hepsi ve daha fazlası Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün tavsiye ettiği kitapların başını çeken Beyaz Zambaklar Ülkesinde eserinde yer alıyor.

Finlandiya bir bataklıklar ülkesidir; toprağında her istediğinizi yetiştiremezsiniz. İklimi sert, ayazı çarpıcıdır; Finlandiya’ya yaptığım gezi sırasında ilkbahar aylarında dahi dört, beş kat giyinmeden burnumu dışarıya çıkaramadığımı sizlerle paylaşmak isterim.

Bunca zorluğun, işgalin ve imkânsızlığın içerisinde bir adam ortaya çıkıyor: “Nüfusumuz az da olsa, askeri gücümüz çok yetersiz de kalsa; komşularımızı ve diğer büyük ülkeleri medeniyetimiz ile gerimizde bırakacağız,” diyor. Neredeyse bizim için Atatürk ne ise, Finler için de Snelman aynı manaya erişiyor. Snelman, ilk iş olarak yaptığı konferanslar ve halk içerisindeki bireysel konuşmalar ile kendisini bilgi birikimiyle öne çıkarmış aydınları çevresine toplar. Kilise ve halk arasındaki buzları çözer, giderek artan inançsızlığın ve din adamlarına olan dik bakışın önüne yalnızca kurduğu cümlelerle geçer. Derken Rus boyunduruğu altına girmiş olan Finlandiya’nın önemli kademelerindeki işe yaramaz İsveç evlatlarının yerine kendisini halka mâl etmiş Finlilerin atanmasını sağlar. Daha önceden pislik yuvası olarak görülen, küfürden başka bir şeyin yükselmediği kışlaları; hayta Fin evlatlarının adam edildiği, eğitilip aydınlatıldığı bir mekân haline getirir.

Düşün sayın okur, memleketin her bir yanından gelen binlerce genç adam askeriyede bilinçlendiriliyor, örnek gençler haline getirilip daha önceden insan gibi yaşam sürdürülemeyen köylerine geri dönüp en ücra köşelerdeki karanlık içinde kalmış kulübelere dahi ışık götürüyor. Halkın eğitilmesinin bundan daha işlevsel bir yolunu daha görebiliyor musunuz? Çok zekice!

Yetmiyor, bozulmuş toplumdaki aksaklıkların nedeninin ailede başladığını bilen Snelman, önce iğneleyici sonrasında ise yapıcı konuşmalarıyla evvela anne ve babaları eğitiyor. Öncesinde köşede oyuncaklarıyla bir arada bırakılıp külfet olmaması istenilen bu çocuklar, sonrasında birer maden olarak görülüp aileleri tarafından yavaş yavaş işlenmeye başlanıyor.

Kışla örneğinde yapılmış olan bu zekice eğitim ağının benzerleri, bu sefer de bir konferans sayesinde küçük esnafların dikkatini çekip en üst düzeyde; halktan, işçiden ve hatta işsizden patrona varana dek tüm Finlandiya’ya kazandıracak ticaret ağlarını oluşturuyor. Bu ağlar önce Fin halkının kırık yaşayışını güçlendirip sonrasında tüm Avrupa’da beğenilen ürünler ortaya çıkarıyor. Böylelikle Finlandiya kalkınmaya başlıyor ve “devletin zenginleri” Snelman sayesinde “halkın zenginleri” oluyor. Ortak paydada buluşan tüm Finlandiya halkı bir araya gelmiş yüz binlerce karınca gibi tek amaç için çalışıyor ve başarıyorlar.

Tüm bunların olacağını kitabı okumadan artık biliyorsunuz, ancak “nasıl” sorusu aklınızda canlanmış olması gerekir. Bu soruyu da ancak bu sadece birkaç sayfalık kitabı okuyarak cevaplayabilirsiniz. İnanın bana iki kere kendi elinize tutuşturduğunuz bu kitap üçüncüsünde bitmiş ve sizi üzmüş olacak, çünkü bir solukta okunacak kitaplar adlı bir liste olsaydı, bu kitap üst sıralarda yer alırdı.

Keyifli okumalar dilerim.
Saygılarımla,
Ayberk Öğredik


Çizdiğim Satırlar


Bir merceği ele alalım. Mercek öyle yapılmıştır ki belli bir alana dağılmış güneş ışıklarını bir noktada toplar. Binlerce ışının bir yere toplanmasından parlak bir nokta meydana gelir. Bu kuvvetli nokta, odun, kağıt, saman gibi şeyleri yakar; taşı, camı ve demiri ısıtır. Milletin her büyük adamı da bir mercek gibidir.

İsveç devleti de birçok devletin yaptığı yanlışa düşüyordu. En iyi memurlarını merkeze ve en güzel yerlere tayin ediyor; uzaklara ve taşralara ise yetersiz memurları gönderiyordu.


Bilir misiniz, kanunsuzluğun büyük öğretmenleri kimlerdir, diye sordu, dinleyicilere. Bu soruya kendisi şu cevabı verdi: “Bunlar, memurların ta kendisidir. Kanunu uygulamakla görevli olanlardır. Halka, kanunlara baş eğmemenin yollarını memurlar öğretir."

İstediğiniz kadar kusursuz anayasalar yapın, seçim hususunda halka istediğiniz kadar haklar tanıyın; eğer çocuklarınız, olması gerektiği gibi eğitilmezse, hayata bir hiç olarak girerse, parlamentolar ve bütün hukuk düzeni yerli yerinde olsa da sosyal hayat, yine sorunlarla dolacaktır. 

Bu kuşaktan gelen memurlar vurdumduymaz; bakanlar ise siyasi cambaz olur. Milletvekilleri çıkar peşinde koşar. Okullar, yeni neslin kafasını ve kalbini kurutan, kavuran yerler olur. Basın, sokaklarda kendini satışa çıkaran, allı pullu kadınlara döner. 

Aç veya tok halk kitleleri, kendilerine yabancı olan bir şeye ve bilhassa elit kesimlere mensup kişilere karşı nefret, kıskançlık duyguları beslemeye başlar.


Bir defa düşün! Kapkaranlık büyük bir evin içinde dolaşıyorsun. Yüzlerce odanın içinde, türlü türlü şeyler var. Fakat bir gram ışık yok. El yordamıyla gidiyorsun. Elbette bir şeyler kırılır. Hem başkasının değerli eşyasını parçalar, hem de kendini yaralarsın.


Robinson (Crusoe), boş adanın orta yerinde, insan eti yiyen bir yerliyi eğitmiş; kendisine arkadaş ve yardımcı yapmış. Sizse, büyük şehirlerde, yüksek okulların, gazete yönetim yerlerinin, tiyatro ve müzelerinin duvarları dibinde durarak, milletimizin milyonlarca bireyi hakkında: “Bunlar cahil, kaba ve sarhoştur!” diye şikayet ediyorsunuz. Robinson’u gözünüzün önüne getirin. Yaşama ve insanlara karşı görevinizin ne olduğunu düşünün.


Siz, benim ruhumun kandiline yağ döktünüz.

Başkalarının topraklarını zorla alan komutanlardan, niçin bu kadar büyük bir saygıyla söz edildiğini anlayamıyorum. Büyük İskender, Anibal, Sezar, Şarlman, Napoleon ve daha bunlar gibi binlerce komutan, yabancıların topraklarını yağma etmekten başka ne yapmıştır?

Her zaman ve her yerde halk için şunlar söylenmiştir: “Millet sarhoş ve tembeldir, çalışmak istemez, kabadır, açgözlüdür, zalimdir.” Bir de bunun tersine şu söylenir: “Halk, bütün büyüklüğünü, sabır ve tahammülde göstermektedir. Aç kalır, soğuktan donar, pislik içinde yaşar fakat şikayet etmez, bunlara katlanır.”

Zamanında bina inşa edilirken zemin sağlam olmadığından; yere kalın tahta kazıklar çaılır, kalın taş duvarları bu kazıkların üzerine örerlermiş. O zamanki anlayışa göre bu temelin yeter derecede sağlam olduğunu düşünmüşler. Gerçekten de Moskova Devlet Tiyatrosu binası, bu durumu ile uzun yıllar dayanmış. Fakat aradan seneler geçtikçe yer altındaki kalın ahşap direkler çürüdüğünden temel kaymaya başlamış ve sonunda binanın duvarlarında çatlaklar meydana gelmiş. Mühendisler de binayı yıkmak yerine, temeli kazıp binanın altına kazıklar yerine, sağlam granit taşlar yerleştirmişler. Böylece eski bina, sağlam temeller üzerinde durmaya başlamış. 

Devletlerin tarihi ve milletlerin hayatı da, Moskova’daki Devlet Tiyatrosu binasına benzer. Devlet düzeninin eski temelleri, milletleri idare etmenin eski şekilleri, o zamanlar için her ne kadar yeterli görülmüş ise de bu temeller, bu eski yönetim tarzları, artık zayıf ve yersizdir.


Kitaptaki Bilmediğim Kelimeler


Dülger: Yapıların kaba ağaç işlerini yapan kimse (Fa.)

Fahri: Onursal (Ar.)

Harcırah: Yolluk (Ar.)

İstidat: Yetenek (Ar.)

Kabil: Olanaklı (Ar.)

Mabet: Din, tapınak/Özel bir konuda, sevgi ve saygı ile bağlanmanın ortaya konulduğu yer. (Ar.)

Mukaddes: Kutsal (Ar.)

Nazariye: Kuram (Ar.)

Skolastik: Orta Çağ yöntemlerine uygun, eski. (Fr.)

Şadırvan: Genellikle cami avlularında bulunan, çevresindeki musluklardan ve ortasındaki fıskiyeden su akan, üzeri kubbeli veya açık havuz. (Fa.)

Takdis: Kutsal sayma, kutsama. (Ar.)

Yapağı: İlkbaharda kırkılan koyun tüyü, yapak.

Yortu: Hz. İsa’nın yaşamını, ölümünü, dirilişini ve azizlerini yaşamlarına yansımış olan erdemlerini anmak üzere kilisenin belirlediği kutsal günler. (Rumca)

3 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Okuduktan sonra beğendiğim kitaplar arasında bulunan beyaz zambaklar ülkesinde bir solukta okuyabileceğiniz ince ciltli bir kitap okumanızı tavsiye ediyorum

    YanıtlaSil
  3. Merhabalar,

    Grigory Petrov‘un ”Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı kitabını ilk olarak üniversitede okumuştum. Öyle güzel bir kitap ki bu kitabı bitirdiğinizde yeniden okumak isteyeceksiniz. Her sayfası; altı çizilecek, ders niteliğinde cümlelerden oluşuyor.

    Grigory Petrov; eserinde ülkenin ekonomiden eğitime, sağlıktan tarıma kadar birçok farklı alandaki gelişimini ele alıyor. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün de başucu kitaplarından olan ”Beyaz Zambaklar Ülkesinde” kitabından derlediğim yirmi alıntıyı okumanız için sizinle de paylaşmak istedim: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/beyaz-zambaklar-ulkesinde-kitabindan-20-etkileyici-alinti/

    ‘’İnsan hiçbir şey karşısında, hiçbir zaman düşmemeli, yere kapanmamalıdır.’’

    Umuyorum ilgiyle okursunuz,
    edebiyatla ve sağlıkla kalın.

    YanıtlaSil